Total Pageviews

Sunday 20 February 2011

SİPER SANATI VE YARATICILIK

Tel Örgüler Ardında Yaratıcılık

İnsan ve oluşturduğu toplumların en doğal psikolojisinin öncelikle kendi beden ve ruh sağlığını ayakta tutmak olduğuna inanıyorum. Yaşamını sürdürme içgüdüsü yaşamın kendisiyle paraleldir ve hangi ırktan, ulustan ya da gruptan olursa olsun insan doğasının ilk ve değişmez kanunu yaşamını sürdürmektir; kimileri bunu felsefi düzeyde alırken kimileri ise içgüdüsel olarak yaşama bir şekilde sarılacaktır.

İnsanın içinde bulunan nefret, hırs ve düşmanlık güdüleri savaşlarda en doruk seviyesine çıkar. Yaşamını, ailesini, ülkesini unutan insan sadece öldürmeye odaklıdır. Kim ne derse desin insan yaşamı salt akılla yürütülmez, insanoğlu duygularıyla, doğasıyla, ürettikleriyle, sempati duyduklarıyla ve yaratıcılığıyla yaşar ki bu da yaşamın lokomotifidir.

İşte, isteseler de istemeseler de Birinci Dünya savaşı sırasında savaşa katılmış olan asker ya da sırf karşı gruptan olduğu için enterne edilen siviller de bu yaşama içgüdüsünü çeşitli yöntemlerle ayakta tutmuşlardır. Savaşın sadece ölum dışında yan ürünleri de vardır; bazıları iyi, bazıları kötü. İyi ile kötünün bir arada bulunduğu savaşlarda, insanoğlunun yaşamını sürdürme güdüsü, zamanını farklı şekilde geçirmesine neden olur. Bazısı kaçmayı düşünürken bazısı ölmediğine sevinmiştir ama hepsi de vaktini geçirmek zorundadır. Esaret altında kimisi tavla ve zar atarken, kimisi gün boyu hiç bir şey yapmazken, kimisi de sanat yapmaktaydı. Şüphesiz, nerede tutulursa tutulsun esir kişi özgürlüğü elinden alındığı için şikâyetçidir. Bunların bir kısmı ise esaret altında olmaktan hoşnuttur çünkü esaret onun kurtuluşu demektir. Savaş bitene kadar ölmeyecektir. Türk askeriyle aynı yemeği yiyen İngiliz esir de yemekten şikâyet edecektir, İngiliz askeriyle aynı yemeği yiyen Türk Esir de!’. Özgürlük kaybı simetri duygusunu ortadan kaldıracaktır. Bir sure sonra ise yaşama içgüdüsü devralır. Karadenizli balıkçı, İstanbullu terzi, Urfalı hamal, Mersinli Çiftçi üniforma altında aynıdır. Hepsinin
Derdi başkadır, ailesini özlemiştir kimileri, bazıları topraklarının ekilmediğinden yakınır, kimisi ise işyerinin battığından. Ama ortak yönleri yaşamak ve yasamak için üretmek güdüsüdür. Enterne edilen siviller için de durum aynıdır. Çoğunluğu esir edildikleri ülkede uzun yıllar yaşamış çocukları orada doğmuş, iş yapmaktayken birden tel örgüler altına, kilit altına alınmışlardır.

Konumuz olan ve genel olarak Siper Sanatı olarak bilinen uğraş savaşa taraf asker, savaş esiri ve enterne edilmiş sivillerin doğrudan silahlı çatışma ya da bunun sonucu olarak ve kendi kültürünü ifade ederek dekoratif malzemeler üretmesi olarak tanımlanabilir.

Siper Sanatı genel olarak dört kategoride ele alınabilir;

a) Askerler tarafından üretilen malzemeler.

Çok eski tarihlerden beri savaşan askerlerin vakit buldukça boş kovanlardan, mermi çekirdeklerinden, şarjörlerden, çeşitli metal ve ahşap parçalardan dekoratif malzeme ürettikleri bilinmektedir ve örnekleri çoktur. Buna bir önrek olarak, ele geçirilen İngiliz Lee Enfield tüfek namlularının kesilerek yapıldığı Enveriye yüzükleri verilebilir.

b) Savaş esirleri ve enterne edilen siviller tarafından üretilen malzemeler

Esir edilmiş ya da enterne edilmiş sivillerin ise sanat üretmek için diğerlerinden daha geçerli sebepleri vardır; ne zaman biteceğini bilmedikleri savaşın sonuna kadar ellerinde bulunan bitmez tükenmez günler ve ürettiklerini gardiyanları olan düşman askeriyle ya da civardaki sivillerle ekmek, sigar, giyecek, para, bir takım ayrıcalıklar vs. karşılığında değiş tokuş etme ihtiyacı.

c) Siviller tarafından üretilen malzemeler

Bu tip malzemeler savaş bölgesi içinde ya da civarında yaşayan siviller tarafından, savaşı anlatan ya da savaşın etkilerini ifade eden, kimi zaman ise uzaklardaki sevgili tarafından yapılan malzemelerdir.

d) Ticari malzemeler

Savaş sonunda ya da sırasında savaş artıklarının ticari meta olarak üretilmesidir. Özellikle de savaşa katılmış olup sonradan hurdaya çıkarılan gemiler, uçak ve tanklar bu amaçla kullanılmıştır. Buna ülkemizde bir örnek olarak bir kaç sene önce intihar etmiş olan ve Gelibolu’dan topladığı savaş hurdalarıyla özel bıçak üretip satan Sevan Boynuince verilebilir. (http://www.austurkiye.net/detay.asp?islem=2&SayfaNo=3525) .

Savaş Sanatı ve Sanatın Savaşı

“Büyük Savaş”, “ Tüm Savaşları Bitirecek Savaş” ya da “ Medeniyet Savaşı” olarak da adlandırılan Birinci Dünya Savaşı Almanların Belçika'yı 1914 yılında işgalinden sonra durağan bir Siper Savaşına dönüşmüştü. Askerlerin uzun süreler boyunca siperlerde çakılıp kalması ve atık savaş malzemesi yığınları Asker sanatçılar için bitmez tükenmez bir tuval yaratmıştı. Bu nesnelerden bazıları ( örneğin mermi kovanlarının kesilerek yüzük haline getirilmesi gibi küçük nesneler) siperlerde kolayca yapılırken çekiç, dövme, kesme gerektiren ve birçoğu da inanılmaz derecede sanat değeri olan nesneler ise daha çok geride bulunan, hastanelerde yatan, esir olan askerler , enterne siviller ve savaş bölgesine yakın yaşayan halk tarafından üretilmekteydi.

Her iki taraftan da savaş esirleri, esaret altında tutuldukları kamplarda inanılmaz sayıda farklılıklar içeren dekoratif nesneler üretmişlerdir. Bazı kamplarda üretilen eserlerin sivil halka satılması için sergiler bile düzenlenmekteydi. Berlin yakınlarındaki Ruhleben kampında tutulan Britanyalı esirler gümüş bozuk paraları eriterek çeşitli malzemeler üretmiştir. Keza, inanılması zor gelecek ama etrafta bol bulunan farelerin derilerinden cüzdan ürettikleri bilinmektedir. Ürettikleri nesnelerin birçoğunu ise ülkelerine, ailelerine gönderme fırsatı bulmuşlardır. Britanya topraklarında esir tutulan Alman askerlerin kendilerine verilen yemeklerden arta kalan kemiklerle vazolar, peçetelikler yaptıkları bilinmektedir. Esir olmuş Türk askerleri ise genellikle boncuk kullanarak yılan figürleri, cüzdanlar, kemerler, kolyeler vs. üretmişlerdir. Esir Rus askerler ise ahşap oymacılığında becerikliydiler ve ahşap kutular, resim çerçeveleri gibi kimi zaman üzeri resimli nesneler üretmekteydiler.

Savaşa katılmış olan eski bir asker, A B Baker, W.A.A.C., tarafından yazılıp 1930 yılında Purdom tarafından yayınlanan Everyman at War adlı kitapta Esirlerin ürettikleri sanata atfen şöyle denilmektedir. “ İşimin bir parçası olarak karargâhımıza yakın bir yerde bulunan esir kampı ile de ilgileniyordum. Esir Almanlar gerçekten arkadaş canlısıydılar. Ellerini kullanmakta da becerikliydiler ve yaptıkları oyma nesneleri bana hediye ederlerdi.”

Siperlerde üretilen sanata verebileceğimiz en güzel örneklerden birisi hat üstadı Macit Ayral’ın başından geçenlerdir. “Çanakkale Savaşları’nın sürdüğü günlerde Macit Ayral Çanakkale’de asker olarak bulunmaktadır. Her tür hastalığın kol gezdiği siperlerde sıtmaya yakalanır.
Sıtma nöbetinin gelmediği zamanlarda güzel yazı örnekleri hazırlamakta ve bunları da moral olsun diye siperlerin duvarlarına asmaktadır. Mustafa Kemal bir gün siperleri gezerken bu güzel yazı örneklerini görür ve “Bunları yazan kimdir?” diye sorar. Macit Ayral bir adım öne çıkarak
“Ben…” der.
Mustafa Kemal hemen yanındakilere dönerek şöyle der:
“Bunların hepsi de sanat eseri… Ülkeler böyle sanatçıları kolay yetiştiremez… Böyle bir sanatçının burada ne işi var? Kendisini yarın terhis edip memleketine göndereceksiniz… O eller silah değil kalem tutarsa daha yararlı olur ülkemiz için…” (Atatürk Kültür Merkezi Dergisi, Sayı 10, Ocak l988)

Savaş esirinin yaşamı depresyon, kızgınlık, endişe, korku, umutsuzluk, belirsizlik, zaman zaman eğlenceden oluşan bir keşmekeş olmalı. Esirlerin birçoğu, şüphesiz, kaçma hayalleriyle yaşamını sürdürmüştür bu kamplarda; bir kısmı ise orada olmaktan, savaştan uzakta olmaktan mutludur elbette.

İtilaf devletleri tarafından esir edilip Mısır, Büyük Britanya, Kıbrıs adası, Selanik, Malta, Fransa ve Mezopotamya yanı sıra diğer yerlerde tutulmuş olan 250 bin civarında Osmanlı esir, Kızıl Haç tarafından yapılan ziyaretler sonrası yazılmış olan raporlarda “ genel olarak iyi davranışlı, disiplinli ve ciddi rahatsızlık yaratacak davranışlarda bulunmayan, zamanının çoğunu uyuyarak, güreş ederek, özellikle bir kısım subaylar olmak üzere kitap okuyarak, tavla ve domino oynayarak, müzik ve resimle uğraşarak geçiren ve bir kısmı ise cam boncuklar kullanarak yılan figürleri, cüzdanlar, sigara kapları gibi nesneler üreten insanlardı” şeklinde tarif edilirler (Turkish Prisoners, International Red Cross report on Egypt Camps, Aralık 1916, Ocak 1917 / International Red Cross report on India Burma POW Camps, Şubat Mart Nisan 1917)

Osmanlı savaş Esirlerinin ürettiği boncuk işlerinden özellikle Man adasında tutulmuş enterne sivillerin işlerinden birçok örnek günümüze kadar gelmiştir. Man adası 1914-1918 yıllarında kullanılmış ve Knockaloe kampı ve daha küçük olup “ centilmen” yani zengin enterneler içinse Douglas kampı kullanılmıştır. 1921 yılında adaya yapılan bir gezi sonucunda, Manx Quarterly adlı derginin 26. sayısında, bir aşamada bu adada 24.500 kadar esir tutulduğu ve bunların bir kısmının Osmanlı olduğu yazılmıştır. Bu esirlerden adada ölen 6 tanesinin mezarları Patrik Kilisesi bahçesinde durmaktadır. Kamp yönetiminden Britanya Hükümeti sorumluydu ancak kamplara ait indeks kartları ve kişisel anılar 2. Dünya savaşında ve daha sonra da 1970 yılında yok olmuştur. Ancak Kızıl Haç arşivlerinde bunlar ve diğer bölgelerde tutulmuş olan esirlerle ilgili detaylı bilgiler bulunmakta olup bu aşamada bu kayıtlara erişime izin verilmemektedir.
Ne yazıktır ki esir Türk askerleriyle adeta özdeşleşmiş olup, günümüzde büyük hayranlık uyandıran boncuk işleri örneklerinin birçoğunun hangi kampta yapıldığına ya da kim tarafından yapıldığına dair bilgiler aradan geçen 100 yıl sürede kaybolmuştur. Kamplarda kalan esirlerin yaptıkları tasarımlarda ve kullanılan tekniklerde büyük benzerlikler olması açısından, bunların nerede yapıldığını tespit etmek zordur. Son yıllarda Türk esirlerin yaptıkları boncuk işlerine olan ilginin artmasından dolayı konu ile ilgili iki kitap yayınlanmış olup kitap yazarları İstanbul’da 2007 yılında Kadir Has Üniversitesinde bir konferansa katılıp, bilgilerini aktarmışlardır. Söz konusu kitaplar Adele Rogers Recklies tarafından yazılmış olan ‘Bead Crochet Snakes: History and Technique’ ve Jane A. Kimball tarafından yazılmış olan ‘Trench Art: an Illustrated History’ adlı kitaplardır.

Kitabında Turk esirlerin boncuk işlerini anlatan Adele Rogers Recklies şöyle demektedir.

“ Birinci dünya savaşında esir edilen Türk askerleri cüzdan, kemer, kitap ayracı, kolye gibi boncuk işleri yapmış olup bunların arasında en çok ilgi çekenler yılan ve kertenkele motifleri olmuştur. Satılmak, değiş tokuş ya da hediye amaçlı yapılan bu hediyelik sürüngenlerin ticari bir amacı vardı ancak bu boncuk işleri aynı zamanda Osmanlı İmparatorluğunda günlük yaşamı da yansıtmaktadır. Söz konusu bu hediyelik boncuk işleri Türklerin tekstile olan ilgilerini, sivil hapishanelerde zaman geçirmek ya da para kazanmak amacıyla zanaata olan yatkınlıklarını, geleneksel motifleri, yerel vahşi yaşamla ilgili gözlemlerini ve yılanların şans sembolü olarak kabule dilme özelliklerini yansıtmaktadır.

Konumuz olan bu rengârenk sürüngenler gerçekte boncuk kullanılsın ya da kullanılmasın, 19. yüzyıl sonlarında Osmanlı İmparatorluğunun çeşitli kısımlarında ortaya çıkmış ve Bulgaristan Makedonya ve Yunanistan gibi imparatorluktan ayrılmış olan parçalarında ve Türkiyede hala sürmekte olan bir gelenektir. 1878 yılında Fanny J. Blunt Türkiye’de yaşadığı 20 yıl içerisinde dükkân sahiplerinin kızlarının boş zamanlarını boncuk ve tığ işi yaparak doldurduklarını gözlemlediğini yazmıştır. Bazılarının üzerine tarih de atılmış olan Boncuktan yapılmış bu hediyeliklerin günümüze kadar gelenlerine bakıldığında, bu tekniğin kesinlikle 19. yüzyılda kullanıldığına işaret etmektedir. Boncuk işinin yapıldığı ülkeler arsında Trakya ve Bulgaristan’da boncuk ve çok ince iplik kullanılarak kemer, cep saati kabı, cüzdan ve şişe kabı örnekleri bulunmaktadır. ARR2 sayılı fotoğrafta bu işlere örnekler görülmektedir. Keza, Türkiye’de yaşayan kadınların da aynı malzemeleri kullanarak dekoratif tığ ve oya işleri yaptığı bilinmektedir.

Boncuk işi aynı zamanda sivil mahkûmların vakit geçirmesine ve para kazanmasına de neden olmuştur. On dokuzuncu yüzyıl sonu ve yirminci yüzyıl başında seyyahların ifadelerine göre, Osmanlı hapishanelerinde çeşitli zanaat çalışmaları yapılmaktaydı. Bu seyyahlardan birisi olan Maude Parkinson Romanya Ocna Mare hapishanelerinde kalan mahkûmların tuz, ahşap vs. kullanarak çeşitli malzemeler yaptıklarını ve bu ürünlerini hapishane avlusunda kurdukları tezgâhlarda sattıklarını ifade etmiş ve mahkûm işlerinin de aralarında bulunduğu bu çalışmaların Bükreş’te sergilendiğini yazmıştır3

Birinci Dünya Savaşından evvel yapılmış olan bu boncuk işlerinin bazı örnekleri günümüze de gelmiş olup; İskoçya Aberdeen de bulunan Marischal Müzesinde Arnavut mahkûmlar tarafından yapılmış olan ve Margaret Hasluck tarafından toplanmış olan bazı örnekler bulunmaktadır. Keza, on dokuzuncu ve yirminci yüzyılda Macaristan hapishanelerinde kalmış olan mahkûmların yaptıkları örnekler baskı Altında Sanat adı ile 2001 yılında bir sergi açacak kadar çoktur 4. Sergilenen malzemeler arasında boncuk işli şişe kabı ve kadeh kapları sayılabilir.

Birinci Dünya savaşı öncesinde Osmanlı sivil hapishanelerinde yapılmış olan Yılan figürlü boncuk örneğimiz bulunmasa da, Osmanlı İmparatorluk topraklarında yaşayan halkın sürüngenlere saygı duyduğu ve bunları koruyucu olarak gördükleri kesindir ( Şahmeran). Örneğin, Türkiye, Bulgaristan, Rusya, Romanya ve Arnavutlukta canlı yılanların evlere girmesi şans alameti olarak kabul edilmekteydi.5 Romanya’da yılanların koruyucu özelliklerinin bir simgesi olarak evlerin kapılarında yılan figürleri yapılmaktaydı.6 zaman zaman bayram kutlamalarında köylüler yere mendil atar ve eğer bir yılan mendilin üzerinden üç kez geçerse bereket geleceğine ya da dileklerinin kabul olacağına inanırlardı. 7

Yılanların şans getireceğine inanışın bir başka örneği ise kurumuş bir yılanbaşının iki madeni para arasına konularak bundan muska olarak yararlanılmasıydı,8 . Keza, baharda yakalanan engerek yılanları ilaç olarak kullanılır,9 ya da Aziz George Gününden önce öldürülen yılanın sihrinin kişiye geçeceğine inanılırdı.10 Yılanların şans sembolü ya da koruyucu olduklarına olan ortak inanç Mısırda esir olarak tutulmuş olan Türk askerleri ve İngiltere’de enterne edilmiş olan siviller arasında da kendini göstermiş olmalı ancak bu inanç boncuktan yapılan yılan figürleriyle kendini göstermiştir.

Türk savaş esirleri koleksiyoncular tarafından kertenkele olarak tanımlanan ancak gerçekte bir başka şans sembolü olan ejderha figürü olması muhtemel diğer figürler de yapmışlardır. Türkiye’de ve komşusu olan ülkelerde ejderhalar hem dev yılanlar ve hem de zenginlik ve şans sembolü olarak görülmekteydi.11 Böyle olunca, esaret altında yapılmış olan sürüngen figürlerinin kertenkele değil ejderha sembolü olması muhtemeldir. Söz konusu sembolizm Türk esirlerinin yaptığı, ağzında küçük bir kertenkele tutan yılan figürlerinde görülebilir.

Boncuk işi yılan figürlerinin çoğunluğu Mısır, Kıbrıs ve Selanik’teki İngiliz hapishanelerinde yapılmış iken, Büyük Britanya’nın sair yerlerinde bulunan enterne kamplarında da benzer boncuk işleri yapılmıştır. Bu çalışmaların günümüze kadar gelenlerinin çoğunluğu Man Adasında bulunan Knockaloe kampında yapılmıştır. Bir dönem 20,000 civarında enterne sivilin tutulduğu ve 30 Haziran 1919’a kadar da hala 1500 enterne sivilin mahkûm edildiği 12 Knockaloe Kampı Büyük Britanya’da bulunan en büyük kamp olup aynı zamanda zanaat işlerine en çok önem verilmiş olan bir yerdi. Kamp yönetimi askerlerden oluşmaktaydı ancak Religious Society of Friends ve Y.M.C.A. gibi sivil örgütler de enterne edilmiş sivillere yönelik bir takım yardım programları uygulamaktaydı.

Özellikle de Zorluk İçindeki Alman, Avusturyalı ve Macarlara Yardım Dostluk Acil Komitesi ( The Friends’ Emergency Committee for the Assistance of Germans, Austrians, and Hungarians in Distress) mahkûmların boş vakitlerini geçirmesi ve para kazanmalarını sağlamak amacıyla Büyük Britanya’nın hapishane kamplarında bir takım sanat faaliyetleri organize etmişti. Söz konusu bu Acil Komitesi ve Man adasında kalan beş “Dost” para ve sanat çalışmalarında kullanılan malzemeler toplayıp satışa çıkarılacak olan çalışmalara bir kalite standardı uygulamış, mahkûmların kullanabileceği bir tasarım “ model” kütüphanesi oluşturmuş, toplanan malzemelerin kampa dağıtımını organize etmiş, üretilen işleri toplayıp hediyelik eşya olarak halka satmıştır.

Man adası yerel tarihi incelendiğinde, boncuk işi yılan figürlerinin adada tutulmuş olan 101 Türk esir tarafından yapıldığı görülmektedir. Frank C. Quayle Türk esirlerin çalışmalarıyla ilgili şunları yazmaktadır “ geldikleri topraklardaki doğal yaşamı iyi bilen Türk esirler çok çeşitli tarzlarda boncuk işi yılan figürleri üretmekteydi... Bunlar o kadar gerçekçiydi ki, renkleri ve duruşlarıyla bu figürlerden sanki canlıymışçasına birçok insanın ürktüğüne şahit oldum.”13 Bu boncuk işi yılanların bir kısmı adada yaşayan ailelere satılmakta ya da değiş tokuşta kullanılmaktaydı. Bu yılan figürlerinden iki tanesi 1917 yılında arazide çalıştırılan iki Türk esir tarafından başlarında bulunan bir askerle ekmek karşılığı değiştirilmiştir. 14
Büyük Britanya’da sivil enterne kamplarında yapılan boncuk işi yılan figürleri ve ülke dışındaki askeri kamplarda yapılmış olan yılan figürleri arasında büyük benzerlikler bulunmaktadır. Gerçekte, bu yılan figürleri tarz olarak o kadar benzerdir ki, bunların 40 örneğinin üzerinde yapılan incelemede sadece tasarımına bakarak bunların nerede yapıldığını söylemek mümkün olmamıştır. Bu sürüngen figürler boncuk kroşe yöntemiyle yapılmış olup çalışmaya kuyruktan başlanmakta ve burun ucunun tamamlanmasıyla bitirilmektedir. Boncuklar ilk önce tığ kullanılarak ipe dizilip ve her düğümün bir boncuğu kavramasıyla yuvarlanarak yapılmıştır.

Şekil ve dekorasyon anlamında ise, Türklerin yaptıkları yılan figürlerinin ana vatanda bulunan türlerin gerçekçi birer ifadesi olduğu ve yapılan çalışmaların bağış malzemelerden olduğu için ancak bu kadar yakın olabileceği tespit edilmiştir. Modern Türkiye ve komşu ülkelerde tespit edilen 21 adet yılan figürüne bakıldığında, Osmanlı esirlerin bu eserleri için birçok model kullandığı görülmektedir. Boncuk işi yılan figürleri 33 santimetreden 5,5 metreye kadar olup ortalama olarak 152 santimetre boyunda ve 5-7,5 santim enindedir. 33 santimetre boyunda olan en kısa örnekler gerçekte 40-50 santimetre olan canlı örneklerine yakın uzunluktadır. Sık rastlanan ortalama 152 santimetre boyunda olanlar ise gerçekte canlı örneklerinden uzun olup, canlı örnekler genellikle 60-70 santimetre boyundadır. Gerçek yaşamda damalı yılanlar 137 cm, Filistin Engereği ise 130 cm kadardır.

Aynen gerçek yılanda olduğu gibi, boncuk işi yılan figürü de kuyruktan başlayarak gittikçe kalınlaşır ve sonra da baş kısmına yakın noktada biraz daralarak devam eder. Boncuk işi yılan figürlerinin ortak özelliği, figürün üst kısmında zikzak ya da elmas şeklinde motifler olup bu motifler Turkiye'de ve komşu ülkelerde yaşayan gerçek engerek türlerinin de üzerinde görülebilmektedir. Ancak, boncuk işi figürlerde bulunan motiflerin renkleri farklılık göstermektedir. Aynen gerçeklerinde olduğu gibi, boncuk işi yılan figürlerinin karın kısmının rengi üst kısmının renginden farklıdır. Yılan figürünün ağzı açık olup, ağız kenarı boncuk işli, ağız içi ise sade kroşe işidir. Bu şekilde yılanın ağız kenarı ve ağız içi taklit edilmektedir. Bazı örneklerde ise yılanın dili ayrıca örülüp, ağız içine tutturulmuştur.
Ağız içinde görülen tekli tığ kroşe tarzı bazı uzmanların yılanın tamamının bu şekilde yapıldığını düşünmesine neden olmaktadır ancak benim yakın zamanda yaptığım bir araştırmada bu yılan figürlerinin bazılarının aslen günümüzde pek kullanılmayan bir boncuk düğüm tarzı ile yapıldığı görülmüştür. Çift zincir olarak bilinen bu tarzda kroşe ilmekleri aynen de söylenildiği gibi çift ilmek olup: ilk ilmek boncuğu düğümlemekte, ikinci zincir ise boncuksuz olarak düğümlenmektedir.

Kullanılmış olan boncuğun boyutu ne olursa olsun, en küçük yılan figürleri hariç, diğer yılan ve kertenkele figürlerinin içi kumaş, at kılı, pamuk ipliği vs. gibi malzemelerle doldurulmuş ve böylece yılan kabuğunun içe çökmesi engellenmiştir. Mahkûmlar bazen motifleri daha büyük boncuklardan örerek kabartma bir figür oluşmasını sağlamışlardır. Bu örneklerden bazılarında sırt kısmı tamamen elmas şeklinde motif içerirken, motifler arada kesintiye uğramış ve bu boşluğa HEDİYELİK yazısı işlenmiştir. Aynı şekilde bazı örneklerin karın kısımlarına TÜRK SAVAŞ ESİRİ 1919 gibi yazılar işlenmiştir.

Üretilen figürlerde genellikle 3 renk boncuk kullanılırken bazı örneklerde beş, altı ya da yedi renk boncuk kullanıldığı görülmüştür. En çok kullanılan boncuk renkleri ise yeşil, sarı yakut, beyaz, koyu ya da açık mavi, kırmızı, leylak, turkuaz ve sarıdır. Kullanılan iplik rengi ise genellikle doğal ten rengidir ancak zaman zaman sanki mahkûmun kullandığı iplik bitmiş gibi, renk farklılığı göstermektedir.

Daha evvel de söylendiği gibi yılan figürlerinin birçoğunun karın kısmında TÜRK ESİRİ yazarken bazılarında da çoğul olarak TÜRK ESİRLERİ yazılmıştır.
Boncuk işi yılanların çoğunun üzerinde 1918 tarihi görülmekteyken, bazılarında ise daha geç tarihler atılmıştır çünkü esir değişimi 1921 yılına kadar sürmüştür.

Figürlerin gözleri daha çok elmas şeklinde ve farklı renkte iken, bazen de gözler çiçek şeklinde örülmüştür. Aynı şekilde yılanın alın kısmında gene elmas şekli ya da çiçek şekli motifler görülebilmektedir. Sırt kısmında motifler olması nedeniyle, figürün karın kısmı genellikle tarih, yer ya da sair tanımlayıcı ifadelere ayrılmış ve sair motifler işlenmiştir.

Yılan figürlerinde kullanılan figürler gerçek yılanların üzerinde bulunan motiflere benzerlik gösterse de, Elmas motifi, zik zaklar ve üçgenlerin Osmanlı tekstil motiflerinde sık rastlanıldığı unutulmamalıdır. Bazı yılan figürlerinde ise Türk motiflerine çok yakın motifler kullanılmış olup bunlara bir örnek Avustralya Savaş Müzesinde görülebilir( ARR7). Bu örnekte kullanılan motif Orta Anadolunun Sivas kentinde kullanılan Çengel motifinin aynısıdır. 15

Türk esirleri ellerinde bulunan boncuk sayısı ve renklerine uygun olarak mümkün olduğunca gerçek yılanları taklit etmeye çalışmış olabilecekken, elmas ve üçgen şekillerinin Türkiye ve komşu ülkelerde kem gözlere karşı kullanılan muskalarda kullanıldığı unutulmamaluıdır16 Bu durumda, yılan figürlerinde kullanılan bu motiflerin aynı zamanda koruma amacıyla yapılmış olması da muhtemeldir. Aynı motifler kertenkele ya da ejderha figurlerinde de kullanılmıştır. Genel vücut şekilleri dışında, kertenkele ve ejderha figürleri Türkiye'de yaşayan sürüngen türlerine benzerlik taşımamaktadır. Kertenkele figürlerinin boyları genellikle 9-23 santimetre arasıdır ve genellikle beş farklı renkte boncuk kullanılarak yapılmıştır. Bazı kertenkele figürlerinde pençeler de unutulmamıştır.

Günümüzde de sivil Türk hapishanelerinde ve Mısır hapishanelerinde boncuk işi eşyaların yapımı devam etmektedir. Esirlerin zaman geçirmek ya da biraz para kazanmak adına yaptıkları bu eserler asıl yapılış nedenlerini aşmış olup aslen vatan ve toprak özlemi, şans getirme sembolleri ve üzerlerine İngilizce yazılar işleyerek, esaret altında bile güzel sanat eserleri üretileceğini kanıtlarcasına günümüzde bile İngilizleri hayrete düşürecek kadar muhteşem eserler olagelmiştir.”

Yazının başında yaşama güdüsü yaşamın kendisine paraleldir demiştik.. Zaman ilerledikçe ve savaşın çirkin yüzü örtüldükçe, insan şöyle düşünmekten alıkoyamıyor kendisini; kişi ya da nesillerin yaşamı çağlarla karşılaştırıldığında son derece kısadır. İşte bireyselliğinden ödün vermeyen insan, ancak kısa yaşamında ürettikleriyle sonsuza kadar var olacaktır.

DOGAN SAHİN MART2011

No comments:

Post a Comment

Thank You...Teşekkürler