Total Pageviews

Wednesday 10 March 2010

FBI VE B,R TERCUMANIN ÖYKÜSÜ

FBI TARAFINDAN MUHBİRLİKLE SUÇLANAN TÜRKÇE TERCÜMANIN İNANILMAZ VE BİR O KADAR DA GERÇEK ÖYKÜSÜ.
Bu tercüme "inanılmazların" sadece bizim ülkemizde değil “ en demokratik” olmakla, demokrasiyi ihraç etmekle övünen ülkelerde de, hem de yaygın olarak, yaşandığını kanıtlaması açısından önemlidir ve gereklidir. Keyifli okumalar.

Doğan Şahin







Sibel Edmonds. ABD ye yapılan 11 Eylül saldırısından çok kısa bir süre sonra FBI da Türkçe Tercüman olarak işe alınmış ve terör şüphelileri ile ilgili belgeleri tercüme etmekle görevlendirilmiş.

Daha sonra, 2002 baharında, teşkilattaki sabotaj, sindirme, yolsuzluk ve beceriksizliklerden şikayetçi olunca üstleri tarafından işten çıkarılmış.

Olaylar Ekim 2002 tarihinde CBS televizyonunda 60 Dakika adlı programda FBI, Devlet Bakanlıkları Dairesi ve Pentagona terörizmle ilgisi olan bazı Türklerin sızdığını iddia etmesiyle beraber ayyuka çıkar. 18 Ekim 2002 tarihinde FBI başkanı Robert Muellerin başvurusu üzerine Başsavcı General Ashcroft Sibel’in basına konuşmasını yasaklayan bir karar çıkarır. Gerekçe ise Diplomatik ilişkiler ve Ulusal güvenliğe zarar verebileceği.

Sibel Edmonds halihazırda 11 Eylül mağdurlarının aileleri tarafından ABD hükümetine karşı açılan davada kilit şahit durumunda.

İşte bu yazı Christopher Deliso adlı tecrübeli gazetecinin Sibel ile 1 Temmuz 2004 tarihinde telefonda yaptığı üç saat süren görüşmenin bir tercümesi. Bazı kısımlarda tekrarı önlemek açısından yazıda kısaltmalar oldu tabii ancak Christopher Deliso’nun kendisi de sanırım bu kısaltmalarımızı anlayışla karşılardı.



Christopher Deliso: Sibel sizin gibi tecrübe sahibi birisiyle konuşmaktan onur duyduğumu belirtmeliyim. Ayrıca devlet tarafından size karşı yürütülen muhalefete ve sindirme çabalarına rağmen bizimle konuşmayı kabul etmenizde büyük bir cesaret örneği. Bize biraz kendinizden bahsedin Türkiyeli misiniz? Yoksa kökeniniz mi Türk?

Sibel Edmonds: Hayır, Türkiye kökenliyim.

CD: ABD ye geldiğinizde kaç yaşındaydınız?

SE: Aslında İran’da doğmuşum, sonra beş yaşına kadar Türkiye daha sonra yeniden İran, ve sonra 18 yaşına kadar Türkiye. Babam doktor olduğu için yakın ülkelerde tutulan birisiydi. 1988 yılında öğrenci olarak geldim ABD ye. Bir kaç yıl okuyup Türkiye’ye dönecektim. Ancak üçüncü yılımda sonradan eşim olacak şahısla tanıştım ve kaldım.

CD: FBI ile çalışmaya nasıl başladın?

SE: Aslına bakarsanız George Washington Üniversitesinde Suçlar Hukuku okudum. Uzmanlığım ise psikoloji idi. 1997-1998 döneminde mezun olurken kriminoloji alanında tecrübe edinebileceğim herhangi bir iş bakıyordum. Alexandria Çocuk Mahkemesinde çalıştım bir süre. O dönemde aynı zamanda FBI da benzer bir iş bulabileceğimi düşünmüştüm.

CD: Dilbilimci olarak mı?

SE: Aslına bakarsanız hayır.Genel bir iş bakıyordum ama daha sonra benim dilbilgimi kullanmak istediklerini söylediler. Farsça ve Azeri Türkçesi de konuşurum. Başvuru sonrası beni tüm işlemler bitince arayacaklarını söylediler. Aradan 2-3 yıl geçti. Ben ise hayatıma devam ettim. Sonra 2001 yılının Ocak yada Şubat ayında, sırf meraktan, başvurumu sormak üzere FBI’yı aradım. Telefona çıkan kişi özür dileyerek benimle beraber 150 kişinin daha başvuru dosyalarının her nedense ortadan kaybolduğunu söyledi.

CD: Beceriksizliklerinin ilk örneğini vermişler belki de. Yani FBI genel merkezindeki dosyalar kaybolmuş?

SE: Sanırım ilgili daireyi bir yerden bir yere taşımışlar, bu arada dosyalar kaybolmuş olabilir. Her durumda kibar davrandılar ve özür dilediler.

CD: Başvurunuzu yenilemek durumunda kaldınız o zaman?

SE: Hayır. Bilgisayarlarda benimle ilgili bir takım bilgilere ulaşabilmişler ve hakkımda yapılacak araştırmayı hızlandırıp haber vereceklerini söylediler ancak benim yanıtım ise o anda hayatımın başka bir yönde olduğunu ve FBI için çalışamayacağımı söylemek oldu. Yine de beni arayacaklarını söylediler.

14 Eylül 2001 tarihinde Washington bölge bürosunda ne zaman işe başlayabileceğimi sordular. Ancak ben hem okula gidiyor hem de kalan zamanımda çalışıyordum. Ama 11 Eylül olayları sırası, devlet televizyonlarda yana yakıla kalifiye eleman arıyor, yani neredeyse bir “ vatan görevi” durumu sayılabilir ve böylece onlarla tanıştım. İstediğim saatte çalışabilecek kadar esnek davrandılar, inanılmaz derecede ihtiyaç vardı nitelikli tercümana. Kontrat usulü çalışmaya başladım.

CD: 2002 Martına kadar onlarla çalıştınız ve bildiklerinizi açıkladığınız için kovuldunuz, değil mi?

SE: Evet.

CD: Peki size verilen gerekçe neydi?

SE: Binadan yaka paça çıkarıldım diyebilirim. Masamı bile toplamama izin vermediler. Dev gibi adamlar benim gibi ufacık bir kadını binadan atıyor. Gülünç bir durumdu.

CD: Herhangi bir şekilde sizi tehdit ettiler mi?

SE: Evet. Benim üstlerimden birisi kabadayılaşarak basına, kongreye ve hatta bir avukata bile herhangi bir şey söylersem “ bir dahaki sefere seni hapishanede arkasında görürüm” diyerek tehdit etti. Benim cevabım ise “ hapiste olabilirim ama demir parmaklıkların arkasında ben olmayacağım” oldu.

CD: Cesurca bir cevap bu.

SE: (Gülüyor) Aynı adam mıydı bilmiyorum ama sonraları üst düzey yöneticilerden birisi benim için “ karabasan” dedi. Ama tabii 60 dakika adlı programa çıkacağım güne kadar beni arayıp hiç kimseyle konuşmamamı söylediler ama yapabilecekleri bir şey yoktu. Laflarının hepsi balonmuş.

En garibime giden de Türk hükümetinin ortanca kardeşim için tutuklama kararı çıkarması oldu. Bu kararı ben tercüme ettim, “ yüksek seviye devlet güvenlik sorunu” nedeniyle bu karar çıkmış. Hoppala! Ortanca kardeşim KLM havayollarında çalışırdı ve gazete bile okumazdı! Hayatta tanıdığım en politika dışı insan..


FBI TERCÜME DAİRESİNDE ÇALIŞMA KOŞULLARI



SE: haftada 4 gün kadar çalışıyordum. Yani 20-25 saat kadar. FBI Washington tercüme dairesi genel merkezden üç blok kadar ötede ve ülkede türünün en gelişmiş ortamı. Tek bir odada 200-250 tercüman bir arada dirsek dirseğe çalışıyordu. Bazı dillerde 20-25 tercüman var iken bazılarında daha az tercüman çalışırdı. Kendilerine göre bir önem sırası vardı.

CD: Yani teröre karşı savaşla ilgili belgeleri Türkçeden İngilizceye tercüme ediyordunuz öyleyse?

SE: Evet Türkçe ve diğer iki lisan. Konuştuğum lisanlardan birisinde ise ilk sırada yer alan kişiydim. FBI de iki tür tercüman var “ lisan bilimciler” ve “ gözlemciler” .İlk sırada bahsi edilenler daha yetkili şahıslar ve her tür tercüme yapıyorlar yani belge tercümeleri, tutsak ifadeleri, ses kayıtları, sarf edilmiş sair sözler vs. Gözlemciler ise daha kısıtlı görevler yaparlardı. Her şeyi kelime kelime tercüme etmekten çok özet çıkarmak gibi daha az beceri isteyen tercümeler. Tam olarak söylersek herhangi bir belgeyi gözden geçirip daha becerili birisi tarafından değerlendirilmesi gerek olup olmadığını belirlerlerdi. Tabii eğer gerekli görülürse, bir “lisan bilimci” tarafından kelime kelime tercüme edilirdi. Ben de Türkçe ve Azeri Türkçesi alanında ilk kategoriye giriyordum. Farsça alanında ise sadece “ gözlemci” olarak çalışıyordum çünkü gerekli sınavların sözlü tercüme kısmını geçememiştim. Bizim şeflerimiz genellikle eskiden tercüman olup sonradan bürokratlığa geçenlerdi.İşte çalışma saatleri, sigorta, seyahat işlerinin ayarlanması gibi işleri yaparlardı.

CD: Sadece tercümanlarla mı ilişkiniz vardı yoksa ajanlarla da ilişkiniz var mıydı?

SE: Tabii, özellikle bir tanesi bölgeden di ama diğerleri de vardı. Acil tercüme istekleri ile bizi boğarlardı. Özellikle kendilerine verilen görevler ve 11 Eylül olayları öncesi araştırma sonuçları ve bunlarla ilgili bilgileri tercüme ettirmek isterlerdi yaptığım işlerin %75i 11 Eylül öncesi olaylarla ilgiliydi. Diğer şehirlere de görevli olarak gönderildim, tutsaklarla görüşmeler vardı. Terör şüphelileri ile görüşmeler vardı.


TERCÜMANLARIN KRİTİK ÖNEMİ



CD: Bazıları yaptığınız iş ve pozisyonunuzu “ düşük-seviye” olarak nitelendirerek küçümsüyordu ancak sizin anlattıklarınıza bakıldığında işiniz çok önemli gibi görünüyor. FBI ajanlarının size bağımlı olduklarını hissettiniz mi hiç?

SE: Yani şöyle düşünün: lisanı bilmiyorlarsa karar verebilecek durumda değildirler. Binlerce kanıtın arasında çalışıyor, işe yarar bilgi arıyor, hangi bilginin kelimesi kelimesine tercüme edilmesi gerektiği yada hangisinin sadece özetlenebileceği, hangisinin ilgisiz bulunup çöpe gideceğine karar veriyorsunuz. Ne diyelim örneğin, birisinin cinsel yaşamı özellikle işe yarayan bir bilgi değildir. Ancak ilk bakışta herhangi bir bilgi içermiyor gibi görünen bir metinde satır aralarında önemli bir ipucu gizleniyor olabilir. Böyle olunca, herhangi bir bilginin ajanların ve analistlerin görüşlerine sunulmadan önce tercüman tarafından elenmesi gerekiyor.

CD: Yani ham bilgileri ilk siz görüp bunu kimin göreceğine ve ne yapacağınıza siz mi karar veriyordunuz.

SE: Doğrudur.

CD: Ve ajanların sizin verdiğiniz bilgilerin doğruluğunu yada tercümenin doğru olup olmadığını tespit etmeleri mümkün değildi?

SE: Doğrudur

CD: Yani ajanların durumu tercümanların insafına kalmış?

SE: Doğrudur. FBI iç hizmet kararnameleri her tercümenin, herhangi bir tercüme hatasını engellemek üzere, bir ikinci tercüman tarafından kontrol edilmesi gereğini şart koşarsa da bu hiçbir zaman yapılmaz.

CD: Gerçekten mi? Neden yapılmıyor peki?

SE: Şimdi, bir çok tercüman bunu aşağılama olarak kabul eder, anlatabiliyor muyum? sanki tercümeleri hatalıymış ta birilerinin onları kontrol etmesi gerekiyormuş gibi hissetmeyi kabul etmezler. Yumruk yumruğa kavgaya bile dönüşebilir bu tür bir düzeltme çabası.

Kurumun tamamı böyledir, sanki bir “gece yarısı kuşağında” gibi hissedersiniz kendinizi. İşte Pakistanlı tercümanları odanın bir tarafına yerleştiriyorsanız Hintli tercümanları da öbür köşeye oturtmanız gerekiyor, yoksa dövüşecekler. Arapça tercümanlarını Yahudi dili tercümanlarından ayırırsınız, gibi şeyler. İnanılmaz derecede profesyonellik dışı bir yaklaşım, akıllara durgunluk verecek bir şey. Çalışanlar çoğunlukla birbirlerinin kirli çamaşırlarını bulmaya, pislik atmaya odaklı. Gerçekten.

CD: Bu söylediklerinizden FBI tercümanlarının çoğunluğunun ABD dışında doğduğu anlaşılıyor.

SE: Benim gördüğüm kadarıyla evet ama herkes vatandaş olmuş. Bu şahıslardan bazısı ise belki sadece üç beş yıldır ABD de yaşamaktaydı. Böyle olunca, çalışanların tamamının geçmişlerini detaylım olarak araştırmış olamazlar.

CD: Şimdi yine arazideki ajanlarla olan ilişkilerinize gelelim. Sadece belgeleri tercüme etmekle mi kalıyordunuz yoksa durumları hızlandırmak amacıyla başka şeyler de yapıyor muydunuz?

SE: Şimdi, kayıtlara geçmesi açısından söylüyorum, bu ajanlardan çoğunluğu çok başarılı idi ve tüm o bürokratik saçmalıklar ve engellemelere rağmen ellerinden geldiğince iyi çalışıyorlardı. Ama istedikleri kadar başarıyı yakalamaları geçmişleri ile de ilgiliydi. Örneğin bir tanesi daha önceleri Los Angeles’te narkotikçi iken karşı-istihbarat birimine kaydırılmış. Çok iyi bir ajandı, ama gerekli politik ve kültürel birikime sahip olmadığından kendisine verilen tercümelerin ana temasını anlamakta zorluk çekerdi. Aynı şekilde bilgilerinizi sürekli tazelemeniz gerekmekte (yani üzerinde çalıştığınız ülkedeki gelişmeleri takip etmeniz). Dolayısıyla ben bu ajana anekdotlar halinde bilgiler vermek, açıklamalar yapmak durumunda kalıyordum.

CD: Çok ta uygun bir şeymiş gibi gelmiyor bu insan.

SE: Komiktir. Bunun analiz uzmanlarının işi olması gerekiyor. Bilgiler tercümandan analiz uzmanlarına en son olarak ta, gereğinin yapılması için, ajanlara ulaşıyor olmalıydı. Ama yok, tercümeyi yaparsınız, ajana verirsiniz o da önemli görürse analiz uzmanına gönderir- tabii aradan bir hafta kadar zaman geçmiş olur.!

CD: Bunu da söylemişken, tercüme dairesinin genel çalışma sistemi neydi? Yani tercümanlardan yüzde kaçı hem iyi tercüme yapıyor hem de, sizin yaptığınız gibi, ajanları bilgilendiriyordu.

SE. Çok azı böyle çalışıyordu, bir kaçımız yaptığımızı önemsiyorduk. Ancak şunu da unutmamak gerekir ki, ajanların büyük çoğunluğunun havsalası dahi bir sonraki adımı atabilmek için kendilerine verilen tercümelerdeki bilgilerden daha da fazlasını bilmeleri gerektiğini algılamıyordu.

Böyle olunca da sadece bilginin önemi kavranılamadığından dolayı çok önemli bilgi kırıntıları gözden kaçıyordu. Bu bilgi kırıntılarının önemini sergilemek açısından; tercüman olarak görev aldığım bazı araştırmalar ajanlar tarafından başarıyla sonuçlandırılmıştır. Bir keresinde adını vermeyeceğim bir ülkenin istihbarat birimleri birlikte çalıştığım ajana bir teşekkür mektubu göndererek onlara verdiğimiz bilginin işe yaradığını göstermişlerdi ve bu bilgiler de aslen benim verdiğim bilgilerdi.


Yeteneksizlik, Yozlaşma ve Hasır altı etmeler: Kevin Taşkesen konusu



CD: 25 Ekim 2002 tarihinde 60 dakika adlı programda FBI ı yeteneksizlik ve açgözlülükle- bunun yanı sıra yabancı istihbarat örgütlerinin sızmasına müsaade etmekle suçladın. Bu suçlamaların bir kısmı, hem kongrede hem de FBI örgüt içinde, bir takım diğer kaynaklar tarafından da doğrulandı. Örneğin Guantanamao Bay’de Türk tutuklulara tercüme yapan ve ne Türkçeyi ne de İngilizceyi yeterince konuşamadığı tespit olunan Kevin Taşkesen adlı tercüman olayı var.Bir aşamada birlikte çalışmışsınız? Bir ara şeflerinizin işleri yavaşlatmanızı istediği, bazı tercümeleri ise hiç yapmamanızı talep etmişler. Yani işleri çok gösterip bir dahaki seneye hükümetten daha fazla fon almak için sizi yavaşlatmışlar.

SE: Doğrudur. Önce Kevin konusuna bakalım isterseniz. Kevin iyi bir insandı ama iyi bir tercüman değildi, İngilizcesi iyi değildi. Kevin Türkiye’de bir Amerikalı kadınla tanışmış ve evlenmiş. Öylelikle ABD ye gelmiş. İngilizcesi ortaokul seviyesinde olduğundan sadece bir lokantada komi-bulaşıkçılık işi bulabilmiş. Ancak Kevin’in eşi FBI genel merkezinde lisan testi dairesinde çalışmaktaymış. İşi tercüman başvurularını incelemek ve sınav tarihlerini ayarlamak. Yani eşine FBI da bir iş ayarlamak için pozisyonunu kullanıyor. Bizim bölümün başkanı Arapça tercüme yapan birisiydi. Bu şahsın Arapça bölümünde çalışan yedi sekiz akrabası vardı. Bunlardan bir kaçı yetkin bile değildi, ne Arapça ne de İngilizce yeterlik sınavlarını geçememişlerdi. Kevin’in hanımıyla anlaşıyorlar. Kadın Arap tercümanın akrabalarının işe alınmasını onaylıyor ama kendi Kocasının da onun tarafından idare edilmesini sağlıyor. Kevin’i suçlamamak lazım, iyi bir çocuktu ve hayali kendi lokantasını açmaktı. Ama saatte 6.50 ücretle bu hayalini gerçekleştiremezdi. Bir FBI tercümanı saat ücreti olarak yaklaşık 40 ABD doları alır.

CD: Yani diyorsunuz ki başvuru bürosundaki bu kadın ile Arapça bölümünün ağası arasında bir ahbap çavuş ilişkisi, sen benim sırtımı ben senin sırtını kaşıyayım pozisyonu vardı

SE: Doğrudur. Arapça tercümana yaptığı iyilik karşılığında kocası da 3 yıl boyunca idare edildi. Kevin sıkça bana gelip kelimelerin anlamlarını sorardı.Yani onun işini de bir yerde ben yapıyordum. Bu durumu şeflerime bildirmeme rağmen hiç bir şey yapılmadı ve bir kaç ay sonra, 2002 Şubat ayında Küba - Guantanamao körfezinde tutulan Türkçe konuşan tutsaklara tercüme yapmak üzere görevlendirildi. Bu görevlendirmeyi duyan Kevin herkesin ortasında ayağa kalkarak ağlamaya başladı” ben bu işi yapamam” diyordu. Şefe gitmesini ve yapamayacağını söylemesini salık verdim.Ama gitmedi.

CD: Yapma yahu! Terörle yapılan savaşta devletin sadece en iyiyi, en parlak profesyoneli göndereceğini düşünür insan. Onu göndermeyi düşünmeleri bile ilginç.

SE: Kevin’i göndermek dışında FBI’nın iki seçeneği vardı ama onlar da iyi değildi. Beni gönderebilirlerdi ancak ben halihazırda oyunun yanlış oynanıldığına dair ortalığı bulandırdığım için ben onaylanmadım. NSA yad DIA dan da tercüman istenebilirdi ama o zaman da kurumlar arasında var olan rekabet nedeniyle kendi elemanlarının yetersiz oluğunu kabul edemezdi. Yani kısmen gurur meselesi idi.

CD: Peki Kevin’e ne oldu Guantanamao da, bilgin var mı?

SE: 2002 Nisan ayının ortalarında geri geldi. Tabii orada bulunduğu sırada İngilizceye tam olarak tercüme edemediği konularla kesinlikle karşılaşmıştır. 11 Eylül olaylarıyla yada gelecekte yapılacak olan saldırılarla ilgili bir takım ipuçlarını kaçırdı. Belki de bazı tutsakların suçsuz yere tutulduklarını ispat edecek kanıtları. Yani düşünün tutsak mahkemeye çıkarıldığında ona karşı kullanılan kanıtların tercümelerinin kontrol edilmiş olması gerekir. Yetersiz veya yanlış kanıtlar nedeniyle bir şahsı ölüme gönderiyor olabilirsiniz. Ancak bir tercümenin üzerinde “ FBI tercümesidir” damgasını görünce herkes bunun kesinlikle doğru tercüme olduğunu kabul etmekte.

CD: Peki Kevin geri geldiğinde yetkin olmadığı anlaşılınca ne oldu? Kovuldu mu?

SE: Hayır. Şimdi Washington’a geri döndü. FBI Türkçe tercüme bölümünün başına getirildi. Bildiğim kadarıyla da tüm olan bitene rağmen o bölümde çalışan tek Türkçe tercüman.

CD: Aman Tanrım! Tek tercüman- ve yetersiz birisi! Ulusal güvenliği ilgilendiren bir sorumluluk altındalar öyle ya?

SE: Evet ama konuya onların açısından bakmak gerekir. Şimdi işten çıkarırlarsa ve o da gidip bildiklerini anlatırsa ne olur? Her iki durumda da konu kontrol altına alınmış. Birilerini kovarlarsa bu şahıslar benim anlattıklarımı destekleyebilir ve hatta FBI yı yerin dibine batıracak belgeler çıkabilir ortaya. Yani birilerini kovmak işte kalmalarına izin vermekten daha zor, ve bunlar ulusal güvenlik pahasına yapılıyor.
Bölüm 2 de devam edecektir....

No comments:

Post a Comment

Thank You...Teşekkürler