Total Pageviews

Wednesday, 10 March 2010

UZAKLARDAKİ KÖYÜM- GÜMÜŞLÜK

Gümüşlükte yeniden keşfedilen klasik peri masallarının coşkusu.

Bodrumun en önemli sembolünün Bodrum kalesi olduğunu söylüyorsanız, o zaman ben de Gümüşlüğün yarımada’da sanatçı ruhlu insan gruplarının sığındığı tek yer olduğunu söyleyeceğim.

Burası gerçeküstü dünyayı unutabileceğiniz bir güvenli bölge.

Herkesin kendine özgü bir Bodrum’u var. Hele bir kez de oraya giderseniz, sadece doğal güzellikler ve tarihi mekânlar değil, insanı büyüleyen karakterine de âşık olacaksınız.

Estetik coşku, ruhumu arındırmak ve yaşamımın geri kalanını geçirmek amacıyla yeryüzünün birçok yerine seyahat etmiştim. Şimdi düşünüyorum da, yaşanacak bir yer olarak rahat, kültürel açıdan zengin ve şık, doğasıyla sükûnete gark olmuş ama aile hayatı da içeren bir ortam arıyormuşum aslında. 23 yıllık yoğun bir arayış sonunda beni Gümüşlüğe ulaştırdı.

Orta sınıf değerleri ret eden kültürüyle burası benim o ‘ uzaktaki’ köyüm artık. Burası aydınlık dünyaya yeniden doğumun simgesi. Köyüm modern yaşamın etkilerine karşı kusursuz bir panzehir.

Karakteri ve şirinliğiyle kabına sığamayan bu antik balıkçı köyü her dönemde sanatçı ruhlu insanları çekmiş, bu uykulu kıyı köyü kendine özgü bir yaşam biçimi yaratmıştır. Bodrum’a 23 kilometre uzaklıkta, Turgutreis istikametinde olan köy, belki de arayış içinde olan ruhların en son sığınağıdır. Yani, gerçeği arayan ruhların geldiği 10. köydür. Özü itibarıyla efsunlu ve sessiz olan bu köy narenciye bahçeleri, çevre tepelerde ve vadide yetişen yüzlerce bitki çeşidiyle çepeçevre sarılmış. Yakın bir zamanda, Bodrum’un, ‘Kun’ adıyla Karakaya köyü tepelerinde ve köyü tepeden seyreden, ilk ‘aşram-meditasyon merkezi’ de kurulmuştur. Kun meditasyon merkezi’nin ziyaretçileri sakin bir ortamda kişisel disiplin geliştirme çabası içinde kendilerini keşfediyor. Gümüşlüğü eskiden var olduğu hayal edilen o görkemli günlerine geri götürme çabasında liderlik yapanlar ise Eklisia ve Gümüşlük Akademisi. Gümüşlük Klasik Müzik Derneği ise burada yaşamaya karar vermiş yaratıcı insanların bu cennet köşesini nasıl görmek istediklerinin en yeni ve her yönüyle etkileyici, örnek bir çalışması. Burası karaasmanın memleketi, antik dünyanın kara üzümü ve tuzlu denizi; Yunanistan’ın Scandaria Burnunun tam karşısında, Anadolu’nun ‘Termerium’ denilen burun coğrafyasında kurulu eski bir Karya şehri. Ege denizine yüksek tepelerle çevrili haşmetli güney ucunu pervasız bir kısrak gibi uzatan bir yarımada coğrafyası.

“Milattan önce 2000 yılında Mynos egemenliği altında adalarda yaşayan Pelasg ve Leleg halkları bu kıyıları işgal edip, yerli halkları buralardan kovup, kendi egemenliklerini ilan ettiler. Böylece Myndos Lelegler tarafından Karya topraklarında kurulan 8 şehirden birisi oldu” diye tarihe not düşmüş Strabon. Karya valisi Mausolos Milattan önce 4. yüzyılda 6 şehrin halkını bulundukları yerlerinden edip Halikarnasos’a yerleştirmiştir. Ancak Myndos halkına dokunulmamış, halk sadece birkaç kilometre öteye, şu anda yaşadığımız bölgeye, deniz kenarına göçmüştür. Myndos şehir yapısı Yunan şehirciliğinin bir kopyası olup şehir yaklaşık üç kilometre uzunluğunda çepeçevre yükselen surlarla çevrilmiştir. Günümüze kalan kalıntılar ise Mausolos tarafından yaptırılan ve daha sonra da Romalılar tarafından tamirat ve eklentiler yapılan ve sonra da korkunç bir depremle yerle bir olan şehrin kalıntılardır. Myndos’un efsanevi Atlantis’e açılan bir kapı olduğuna inanıp, bu kapının açılması beklentisiyle burada yaşayanlar olduğunu da söylemeden geçemeyeceğim.

Tipik yaz ortası sabahında, güneş tepelerin ardından henüz doğarken, yükseklerde yel değirmenlerinin gelenleri gururla selamladığı Peksimet boğazını geçip köye doğru yürüdüm. Kıvrımı döndüğüm anda önümde narenciye bahçeleri, okaliptüs, çam ve meşe ağaçlarıyla kaplı, denize doğru derinlemesine uzanan vadinin o muhteşem görüntüsü belirdi. Toprak, kurumakta olmalarına rağmen renklerinden hiçbir şey kaybetmeyen, buraya özgü mormenekşe ve sarıçiçeklerle bezenmişti. Güneş tepelerin ardından çıkarak köyü güne başlamaya davet ediyordu. Yunan adalarının arkasında bir yerde batacaktı akşam saatlerinde. Güneşin ilk ışıkları ile beraber yayılan yakıcı duyguya rağmen, yaşanması müthiş zevkli bir andı. Ötelerde, yemyeşil adacıklarla süslü mavi bir deniz göz kırpıyordu seyredenlere. Mavi, yeşil ve beyazın coşkuyla birbirini kucaklayan kombinasyonu en güzel panoramayı seriyordu gözler önüne. Kokular güne uyanıyordu. Karakaya köyüne çıkan göbekten kıvrılarak aşağıya inen yolu takip ederken, yeşilin farklı tonlarını barındıran narenciye bahçelerinin arasında, düz çatılarında şeytan kulaklarıyla, matematiksel açılarla yapılmış pencereleri ile bembeyaz evler güne silkiniyordu. Sokaklarda akşamdan kalma tek tük köpek uzaktan ve umursamazcasına bakıyor, uzanıp tembellik edecek ağaç gölgesi seçiyordu. Evlerin dar sokaklara açılan pencereleri ve duvarları bin bir renkli çiçeklerle ve tabii ki bin yılın geleneği gibi bilinen begonvillerle cıvıl cıvıldı. Arılar çiçeklerin balını almaya erkenden başlamışlardı bile. İşte bu görüntüler iklim şartları nedeniyle ev dışı yaşama odaklı Egeli yaşam biçimine canlı bir örnekti. Köy içinde en görkemli bina olan Belediye Binası ve fırıncı, bakkal, kırtasiye, diş hekimi, iki lokanta, iki kahve ve bir camiden oluşan merkez mevkiinden geçerken metropol’de yaşamadığıma şükrediyordum. Denize ulaştığımda, küçük körfez sevgiyle kucakladı beni. Doğa hoş geldin diyordu güne. Körfezde sığınak bulmuş balıkçı kayıkları ve her tipten yatlar gibi, ben de güvendeydim. Uzaktan piyade kayıklarının pancar motor pat patları yankılanıyordu.Berrak suyun altında yatan tarih, sanki yüzeyi delip yeniden sahneye çıkmak ister. Sanki bir zaman tüneline dalmıştım. İşte bu, geçmişi yansıtan bir aynaydı. Geçmiş dikkatle günümüzü izliyordu. Antik duvarları ve dalgakıranları gizleyen sığ sulardan Tavşan Adasına doğru adımladım. Adanın en tepesinden denize, ufuklara doğru döndürdüm dikkatimi, Kuzeybatıdan sakin sakin esen meltem canıma can katıyor, yeniden doğmuş gibi hissettiriyordu. Kalymnos, Yassıada, Kardak ve Kos adaları uzaktan selamladılar beni.
Tavşan adası, Gümüşlük ve Açık Deniz arasında koruyucu bir engel rolü ile köye bekçilik eder. Yaşam sanki sonsuzmuş gibi geliyor burada. Bir kayaya çöküp geçmişi düşlüyorum. Myndos; Brütüs ve arkadaşlarının Jül Sezar’ı öldürmek için plan yaptığı ve suikast’tan sonra da kaçıp saklandığı yer… Brütüs’ün de mutlaka durmuş ve gemilerine Anadolu’yu işgal emrini vermiş olması gereken noktada oturdum. Kıyıda dizili birkaç lokanta huzurlu bir yeni güne uyanıyordu. Balıkçılar yorgun ağlardan sessizce günlük nafakalarını topluyorlardı. Sonra, gözlerimi karaya çevirdim. Gümüşlük köyünün uzak gibi görünen gökyüzünde, antik Myndos’un bir yaz sabahında, çığlıklar atan çocukların seslerini aradım. Uzak tepelerdeki kayaların arasında kendi geleceğimi arıyorum. Bu ada insana böylesine bir bakış açısı bahşedebiliyor demek ki.

Dalgalar, değerli zamanın akıp gitmesini umursamazcasına, düzenli bir tıslamayla kıyıyı dövüyordu. Hayallerin beni alıp götürmesine izin veriyorum. Hayat zevk almak, unutmak ve yeniden hatırlamak değil mi zaten?

Sabah vaktini plajda midye kabuğu ve renkli volkanik taş parçaları arayarak harcarken sanki zaman fark ettirmeden akıp gidiyordu. Serin ve ıslak denizle sıcak ve kuru kumların yarattığı kusursuz kombinasyon tüm isyancı ruhları sakinleştirecek güzellikte bir tezatlar bütünüydü. Gün geceye dönerken Gümüşlük canlı ve bayram sevinci yaşıyor. Dingin bir akşamüstü Gümüşlük Kulüpte Eren Levendoğlu ile buluştuk. Yörede sanat faaliyetlerinin gönüllü destekçisi ve bu yıl yapılan festivalin de ana sponsorlarından birisi olan Gümüşlük Kulüp, o uzun kış gecelerinde köy sakinlerinin bir araya geldiği bir yer iken, yazın da müşterilerinin rahat etmesine odaklanmış bir sahil mekânı. Eren 3. Geleneksel Gümüşlük Klasik Müzik festivali’nin düzenleyicisi. Festival, bu muhteşem atmosferi yaşamak ve yaşatmak isteyen film yönetmenleri, işadamları, medya dünyasından şahsiyetler, politikacılar, emekli generaller ve yerli halktan tek tük insan ve Belediye Başkanı Mehmet Ülküm’ün katılımıyla verilen bir açılış kokteylinde başladı. Dünya klasik müzik otoriteleri tarafından üstünlüğü kabul edilmiş ve şef Yehudi Menuhin tarafından ‘ tekniği klasik müziğe yepyeni bir var oluş getiren adam’ olarak tanıtılan Piyano ustası David Dolan Mozart ve Schubert çalarak adeta festivalin nasıl geçeceğini müjdeliyordu. Sonsuz pırıltılarıyla gökyüzünün koyu mavisini renklendiren yıldızlar, Ege denizi, yanında klasik müzik tınıları, küçük şuh kahkahalar, izleyicilere sunulan lezzet dolu aperatifler ve harika şarabın tadına karışıyordu.Denizin yaydığı gümüşi, fosforlu ışıltılar beni büyülemeye yetmişti. Bugün festivalin 10. günü ve Eren düşünceli görünüyor. Bu yıl festivale destek vereceğini vaat eden birkaç firmanın son dakikada, gözle görülen bir gerekçe olmaksızın, desteklerini çektiklerini öğreniyorum. “ daha evvel de olmuştu bu” diye omuz silkiyor Eren. Sanki bu festivali hiç kimse ve hiçbir şey engelleyemeyecek diyordu. İnatçılığı ve yaratıcı dünyası bu hikâye’de gizlidir!

Antik dönemden beri geçen binlerce yılda Gümüşlükte yeni bir şeyler yapmayı deneyecek cesareti toplayan çok fazla insan olmamıştı. İşte Eren ve birkaç insan tam da bunu yapmak üzere Gümüşlük Klasik Müzik Derneğini kurdular. Merkezleri, 450 yıldır ayakta olan Eklisia. Kilise Gümüşlük Kulübünün bulunduğu çakıl taşlı sahilden yükselen tepede, yaklaşık 200 metre yukarıda. “ her şey beklediğimden daha iyi oldu” dedi Eren ve devam etti “ Aynen geçen sene olduğu gibi, bir iki tatsız gelişme oldu. Bu sene iki kurs için 15 öğrencimiz geldi, mevcudu az sınıflar öğrenciler açısından daha iyi tabii. Burası sınırlı kaynaklara sahip küçük bir mekân. Eklisia son 17 yılda profesyonelleri şaşırtan çok kaliteli faaliyetlere imza attı. Can Yücel, İlhan Ersahin, Wax Poetic, Tuncel Kurtiz, Hüseyin Sermet ve Hande Dalkılıç gibi insanlar, Gülsin Onay, İdil Biret, Erdal İnönü ve Sevinç İnönü, Emekli orgeneral Hüseyin Kıvrıkoğlu, Milletin vekilleri Ali Arslan ve Fahrettin Üstün yanı sıra, AT Parlamentosu üyesi Gülsün Bilgehan, dünyaca ünlü piyanistlerimiz Gülsin Onay, Deniz Gelenbe, çello sanatçısı Mehmet Öztop ve adlarını burada sayamayacağım kadar çok, saygın, unutulmaları zor insanlar geldi ve çok çeşitli sanatsal faaliyetler sunuldu. Tüm bu özel olan, özel olması gereken, insanlar, seçilmiş ve sürpriz isimler bu festivali bir gelenek olarak yerleştirmemiz beklentisi içerisindeler. Her şey dört dörtlüktü. Dinleyicilerimiz yapılan faaliyetlerden dolayı minnettarlık duyuyorlar. Lütfen ziyaretçilerle ve bu sene katılımda bulunan sanatçılarla da konuşun" diyerek bir yudum soğuk Efes birası ile heyecandan kurumuş olan boğazını ıslattı.

Ben de durur muyum? Mersin Devlet Opera ve Balesi keman sanatçısı, cıvıl cıvıl kişiliğiyle Nurten Yorgun, insana bir kuş gibi uçuyormuş hissi veren flüt tınıları ile Oxford Latince bölümü mezunu İngiliz Rebecca Leek, 21 yaşındaki gelecek vaat eden piyanist Christopher Stokes, eğitiminin çoğunu Hollanda’da almış olan Piyanist İlke Karagöz ile konuştum ve konuşamadığım diğerlerini gözlemledim. Bu yetenekli insanların tamamının Gümüşlükte olan bitenle ilgili ortak bir yorumu vardı “ burası kendimi yeniden keşfettiğim çok sakin bir yer. Bizler farklı geçmişe ve kuşaklara ait insanlarız. Ama çok şaşırtıcı bir şey oldu. Burada çok rahat bir şekilde doğaçlama çalışabildik. Bu festivali hiçbir zaman unutmayacağız ve geri geleceğiz, burası büyüleyici bir yer“Peki, bu köyü bu kadar özel kılan nedir? Sakin plajları mı? Tekne gezileri midir çekici olan ya da her zaman esen serin rüzgârlar mı? Tarih mi yoksa?Sanırım bu özellik kısmen de olsa insanlarda gizli. Buraya yerleşmiş olan sanatçılar, erdemli, deniz ve bu toprakların sevgilisi köylüler ve çocuklarda.Sıcakkanlı, cömert ve kendileriyle barışık yaşayan insanlar onlar. Burada herkes sanki kendilerinden daha büyük bir ailenin fertleri gibi bağlı topluma. Yarımada’da henüz şehirleşmeyle lekelenmemiş bu son yer emin ellerde görünüyor. Köy alanlarının büyük kısmının 1. derece arkeolojik SIT alanı olması, birkaç mütevazı balık lokantası, pansiyon ve motellere sahip olmasına rağmen, her şey küçük çaplı kalmış. Bölgenin '' Tarihi eser” statüsü dalma faaliyetini yasaklarken, şnorkel ve gözlükle yüzüldüğünde denizin altında duvarlar ve Roma devrine ait dalgakıran kalıntılarının karadakilerden daha fazla olduğu hayretle görülecektir. Köye tekne ile ulaşmayı tercih edenlerin ise liman girişinin doğusundan adaya yakın olarak girmelerinde fayda var, aksi takdirde su altındaki kalıntılara çarpmanız içten bile değil!Bu köyün insanlarda alışkanlık yapmasının sebebi ne? Belki de burayı bu kadar şirin ve özel yapan şey yaşamın size kendi hayallerinizi kurgulayacağınız alanı ve hızla akmayan zamanı bahşetmesi. Gümüşlük hayal gücünüzü tetikleyebilecek ve ruhunuzu yenileyebilecek birkaç nadir alandan birisi. Gümüşlük ilk defa geleni büyüleyen bir ortam. Dokunulmamış, doğal bir ortamda, abartılı yapılanmalara gitmemiş basit plajları ve gerçek misafirperverliği tatma fırsatı arasında tam bir denge kurulmuş. Temiz pansiyonlarında ve motellerinde konaklarken; durgun sularda yüzmek, plajda tembelce içkinizi içmek ya da çevre tepeleri ve çam ormanlarını keşfe çıkmak.. Hangisini tercih ederseniz edin, tek bir şeyden eminim. Burada geçirdiğiniz zamandan tatmin olma garantiniz var. Akşam yemeği zamanı geldiğinde körfez kenarına konuşlanmış, deniz yemekleriyle ünlü lokantalarda sunulan mezeler, meze gibi meze! Güneş kaybolmaya döndüğünde, doğal bir ışık gösterisi başlar ufuklarda; Batıdaki adaların otesinde kırmızı, pembe, mor ve sarının fantastik dansı sürer gider. Geceye karıştığınızda ise, gecenin yıldızları gökyüzünde ve körfezin ‘çarşaf gibi’ düz sularında neş’e içerisinde cıvıl cıvıldır. Dolunay ise bu uyumun en iyi aktörü.Gümüşlük sabah geç kalkıyor ve gecenin gizemini doyasıya yaşıyor.Myndos ihtişamı yüzyıllar önce karanlığa gömülmüş, ama geçmişten kalıntılar basit ve kültürlüyü birlikte tutan, korunaklı sulara sahip, inanılmaz güzellikte manzaralar yakalanabilecek ve kesinlikle ret edemeyeceğiniz bir dinginlik içeren bu sahil köyüne kesif bir hüzün katıyor. Ani kurulan arkadaşlıklara, kahkahalara, coşkulu ruhlara, kucaklaşmalara, yıldız yağmurlarına, güneşin bir başka doğuşuna ve Sabah güneşini arkasına almış siluetiyle Eklisia’ya hazırlıklı olun. Gelirken de fotoğraf makinenizi, şapkanızı, bir şişe suyunuzu, güneş kreminizi, havlu ve mayonuzu getirmeyi sakın unutmayın. Uykulu köy Gümüşlük; muhteşem plajları, küçük evleri, balıkçıları ve sanatçılarıyla ömrünüzün sonuna kadar kalmak isteyeceğiniz bir köy. Sakın kaçırmayın.

Doğan Şahin-Bmagazine

No comments:

Post a Comment

Thank You...Teşekkürler