Total Pageviews

Wednesday 10 March 2010

BİR LEYLEK ÖYKÜSÜ VE KÜRTLER

Bu yazılar yıllar önce (2000) el yazısı halinde 17 yaşında ve Sydney'de yaşayan bir Kürt genç kız tarafından dizmem için verilmişti. O kız şimdi Sydney'de Uluslararası İlişkiler Eğitimini tamamlamıştır sanırım... Sevda Demirel di galiba adı..ben yazdım demişti. Belki de gerçekten birileri anlatmış, o ise yazmış tı... her kim ise güzel anlatmıştı doğrusu. Sizlerle yıllar sonra paylaşmak istedim

Bir Leylek Öyküsü

Bütün gece hiç uyumamıştı leylek. İçinde biriken gazları dışarı atamamıştı. Rahatsızdı ve ölümünü bekler gibi bir hali vardı. Kapı açıldığında ahırın ortasına gelişigüzel serilmiş samanların içine serilmiş, yatıyordu. Derken, boyu sanki göklere değen bir Tilki girdi içeri. Uzunca bir süre birbirlerine baktılar, söyleyecek sözlerini birbirlerinden sakınan bir halleri vardı. Ancak bu bakışmalar fazla uzun sürmedi. Tilki leyleğin altında bir post gibi serili saman yığınını ateşe verdi. Leylek ani bir hareketle kendisini o istediği ölüme götürecek bu ateşten sıyrıldı. Eline aldığı bir tırmıkla tilkiyi kovalamaya başladığında, yangın ihbarını erkenden alan kurtları gördü dışarıda. Her bir kurdun kuyruğunda matlaşmış kan izleri vardı. Kan izleri eski bir felaketi anımsattı leyleğe; yıllar önce henüz küçücük bir yavruyken, içinden çıktığı yumurtada da aynı izleri görmüştü. Kurbağaların tam tam danslarıyla küçük göletlerde gezindiği yıllardan beri böylesine matrak bir görüntü hiç olmamıştı. Gençlerin ve yaşlıların bir yumurta küfesi etrafında el ele tutuşup dans etmeleri belki garipsenmeyebilirdi, yaralı bir martı sızılı bir gölge gibi düşmeseydi eğer meydanın orta yerine.
Uzun geceler boyunca sayıklayıp durdu leylek. Ömrünü bir armut ağacının dibinde tamamlamak isterken, bir gölgenin mahrem izi kaderini belirliyordu. Düş ve gerçek, bir ikindi vakti leyleğin kalbinde son çatışmalarını yapıyorlardı. Kükreyişinden yeni dönmüş aslan , Kurtlara yem olmamış bir koyun ve daha başkaları , leyleğin yakasına iliştirdiği gülü fark edemeden, şehirden birer ikişer uzaklaşmaya başladılar. Yalnızlığını yükleme işi leyleğin kendisine almıştı yine. İçinde binlerce silik özlem kavrulmuş, köz olmuş, üç yitik sevgili ve bir tilki öyküsüyle yola düşecekti.

Gaipten Gelen Seslerin Ürküntüsü

Leylek yürümeye başladı. Seslerin ardına saklanmış ince bir iniltiyi duyduğunda durakladı ve olanı biteni anlamak için etrafını araştırmaya koyuldu. Bastığı toprağın zemini oldukça yumuşaktı ve ayak izleri bütün çıplaklığıyla ortaya çıkıyordu. İzlendiğini düşünerek geride bıraktığı izlerini silmeye başladı. Patikanın şimal yönüne doğru başka ayak izleri de gördü. Demek kendisi dışında birileri de oralardaydı. O bunu kendi kaçışına refakat eden yoldaşları olduğu şeklinde yorumladı. Soru sorması gereken yerde üç heceli sözcüklerden cümleler yaptı. İnsan dostlarından bir postacının anlattığı iç savaş öyküsünü aklına getirdiğinde endişesi daha da çok artmaya başladı.
Aklın yolu birdir demişti yaşlı bir derviş, o bunu hatırladı. Gül ve Bülbül üzerine bir şark çeşitlemesi ve üç telli saz dinletisi iyi gider diye düşünürken, ensesinde soğuk bir metalin varlığını hissetti. Kendisinin ilk defa hissettiği bu buzullaşma; “ateş kör dövüşü sevmez, sadece yakar” diyen bir atasını hatırlattı ona.


Leyleğin Ömrü Kısa Olur
(Ya da göç mevsimi)

Derken, soğuklar bastırdı. Kışın amansız bir sertlikte hüküm sürmesine insanlar dışında kimse üzülmüyordu. Soğuk ormanın beline işlemişti. Yapraklar buzun gizemi ile örtünmüşler, kurtların uluyan yakarışlarını dinler gibiydiler. Leylek sorgusuz, bir yalan gibi, avuntularını avuçlayıp bir kar tanesi iriliğindeki inceliğini yüreğine basıp , bir kaç adım attı. Arsız ve heybetli bir kısrağın kişnemesiyle irkilip dona kaldığında, herşey yeni bir başlangıcın sinyalini veriyordu.
“Tutsak alınamayan şeylerin listesini çıkar” dedi bir ses. Leylek kimin konuştuğunu merak edip etrafında dikkatlice baktığında hiç kimseyi göremedi. “sana tutsak alınamayan şeylerin lisesini çıkar dedim” diye yineledi sesin sahibi. Bir sis bulutu görüşü engelliyordu. Ama ses görüntüye anlam vermeyecek kadar açıktı.

Leyleğin Ömründe Tükenen Nesneler

“Süt içerken bulduğum heyecanı başka hiçbir yerde bulamıyorum” dedi leylek. Gökyüzünde kesik aralıklarla cereyan eden parıltıları hiç dikkate almadan, toprağın derinliklerine bakmayı sürdürdü. Evliyaların neden orta doğuda yeşerdiğini, kurak yerlerde neden meale tapınıldığını sordu kendi kendine. Soruları ile baş başa almıştı, cevapları hiç te iç açıcı bulmuyordu. Binlerce sözcüğün geriye yönelip tepelerden düşmesi, leyleğin doruğunda bir hafiflik yaratmıştı. Ama ayağının dibinde biriken bir çimento kalıbı ağırlığındaki vicdanı, ileri adım atmasını engelliyordu.

Gizemi İçinde Sözcükler ya da Kanatsızlık

Sabaha doğru, henüz güneş şahlanmışken bir rüzgar peyda oldu. Gözü sürmeli, yaralı bir ceylan leyleğin önünden yorgun adımlarla geçti. Leylek tüm dertlerini unutmuşçasına ceylanın ardı sıra gitti. Ceylan yaralı olduğundan hızlı yürüyemiyor ve kulak dibinden azgın bir nehir gibi akan kanına dur diyemiyordu. Geyikler, tazılar, kurbağalar ve kartallardan oluşan bir konvoy şarktan mağribe kadar Ceylanın yarasıyla ilgilendiler.
Leylek ömrünü kutsayan ve nefes almayı bir emirmişçesine yaşayan ceylana yardım isteğini hala sürdürüyordu.
Adamın birisi kana bulanmış bir mendil yıkıyordu. Ceylanın kanı mendilin ipliklerine işlemiş olmalıydı.
Leylek bu duruma çok üzüldü ve üzülürken, her zaman yaptığı gibi oracığa kusuverdi.
Gece yaklaşıyordu, leylek yatacak yer aramağa koyuldu.

II. Sınıf Bir Otel

Lobisinde mumdan yapılmış insanların eğleştiği bir otele girdiğinde havada boğucu bir nem vardı. Yatmayı, sadece yatmayı, aralıksız, saatlerce uyumayı istemenin dışında başka hiç bir dileği yoktu leyleğin. Sabah her zamankinden daha çabuk oldu. Gördüğü rüyaların çetelesini tutmadığından , aklında kalan bir kaç görüntüyle etindi. “Yola tekrar düşmeli” diye yutkunup, söylendi. Karıncaların resmi geçidinden dolayı Pazar yeri hınca hınç dolmuştu. Leylek yönünü Cenuba çevirip hızlıca uzaklaştı kasabadan.

Leylek Ve Yılan

Gece vardiyasından dönen işçiler uzun zamandır grev telaşındaydılar. Leylek, üzerlerine keskin bir yağ kokusu sinmiş olan işçileri şaşkınlıkla izledi. İnsan olmayı düşündü bir an. “Düşünebilen bir yaratık olmak ne güzel olurdu” diye hayıflandı kendi kendine. İnsanların uçmadığını biliyordu. Onların bu halleri leyleğin yüreğine su serpiyordu. Kendisi uçabiliyor, hem de deniz ötesi yerlere gidebiliyordu. Bir uçan alı gibiydi ; alımlı ve süratli.
Boğucu sıcak bir yana , bir de işçilerin yağ kokusu burnuna iyice ilişince , toza , toprağa, ağaca, yağmura, çamura, ormana, yeşillere yürüdü leylek. Ve bir taşın dibinde uyuya kaldı. Az sonra, garip bir vızıltıyla yanına sokulan ve az önce bir tarla faresini midesine indirmiş ve onu sindirmek için kusacak yer arayan iri bir yılanla göz göze geldi. Yılan leyleğin umursamaz gözlerine aşık oldu. Birbirlerine dokundular. Leylek hayatında ilk kez tüm vücuduyla toprağa sürünerek yol alan birini görüyordu. Yılan da bir çok kez kanatlı yaratıklar görmüştü ama leylek nedense ona tarif edilemeyen bir hayal gibi alımlı ve asil Sunaları çağrıştırdı.
Göç ve sürgün üzerine küçük bir saz dinletisi sundu yılancık. Leylek, kuyruğunun yarısını Şimalde kaptırmış yılancığın şimdi Garp’da ekmek aramasından çok duygulandı. Cebindeki iri bir lokumu anaç duygularla yılana verdi. Yılan yarı memnun, yarı üzüntülü bir “sağ ol” diyebildi leyleğe. Ve sonra tozu dumana katarcasına oradan uzaklaştı. Leyleğin hatırlayacağı tek şey belki de bu olacaktı.


Leylek Kabuk Değiştirirken

Bir lokantanın eski ve ahşap,beyaza çalan bir masasında leylek yemeğini sonluyordu. Mutfağın derinliklerinden yemek yenilen masalara bir Kürt şarkısının nağmeleri yayılıyordu. Leylek, Kürtleri daha evvelden duyduğu bir güvercin şarkısından biliyordu. Yaralı ve trajik bir tarihleri olan bu halkı içinde garip bir hüzünle duyumsuyor ve gözyaşlarının dökülmesine mani olmak için sık sık dudağını ısırıyordu.”Öykülerin gerçeği olmaz” diye düşündü.
Öyküler birer hayal mahsulüdürler.
Kürtler de öyle olmalıydılar. Gerçek fazla iç paralayıcı ve acıtandı; az sonra mutfaktan gelip masalara yayılan sızılı nağmeler sona erdi.
'Kaktüsler çöle düşmüş yıldız parçalarıdır (Kuraklık mi) , ansızın kalbimize inerler. Kalbimiz de bir çöldür, öylesine kurak ve susatıcı' diyerek söylendi.


Recep ayının sonlarına doğru, bir mevsimlik hüzünle tekrar yola düştü. Leyleğin amacı nice yoksullukların, acıların coğrafyasından bereket dünyasına kansız geçiş yapabilmekti. Yola düşmeden önce Ay'a karşı şahlanan dansını yaptı ve sonra sessizce yola koyuldu.... yürüdü....yola düştü...

Leylek Ömrünü Sevgiye Adıyor

Sevgi sözcüğünü hiç telaffuz edemiyordu leylek. Bu sözcük, darağacında asılı bir ceset olmalıydı. Kaburgası kırık bir domuzun inleyen haykırışlarında soğuk ölümün yüzü görünüyordu. Leylek bütün insanların şike yapmış olduğunu düşünüyor ve hırsından dünyanın bütün göllerine pike yapmak istiyordu. Umut bu kadar karabasan olamazdı, olmamalıydı. eline çuvaldız batmış bir terzinin son ceket provasında, kıyma makinesine elini kaptırmış şaşı kasabın duyduğu azapta koskoca bir tarihin izi vardı.
Leylek utanarak kendinden ve sırtını kainatın tüm iyilik meleklerine dayayarak, Sevgi dedi. Sevgi Bizi kurtaracak.

No comments:

Post a Comment

Thank You...Teşekkürler