Total Pageviews

Wednesday 10 March 2010

KARA AFRİKA VE SÖMÜRÜ ve OSMANLI

YARINI HİÇ BİRİMİZ BİLEMEYİZ ANCAK, PLANLAYABİLİRİZ.

Gelin size Sydney’de video kasetten seyrettiğim "düzeyli" tartışma programlarından Ceviz Kabugunda son bir kac haftadır tartışılan Sömürgeci, Yeni kolonici misyoner tarikatlarından bahsedeyim.

Son iki yıldır yaşadığım Sydney’de sık sık beraber olduğumuz arkadaşlarla irdelediğimiz Hristiyan Misyonerlerin dünyanın en hızla gelişen semavi dini İslamiyet karşısında almakta oldukları önlemler ve onların dünya üzerindeki hareketlerinin bir kısa geçmişini vermek isterim once. Neler planladıkları ise bugün görülüyor. Hepimiz yaşıyoruz.

İşte yavaş yavaş, daha evvel de çeşitli platformlarda açıkça ortaya koyulmuş olan, Anglo Saxon Hristiyan haçlılarının ülkemizin yer aldığı coğrafyaya yeni bir Haçlı Seferi düzenlediği gerçeği konusundaki beyanatlar bugün onaylanıyor.

İlk çağlardan beridir medeniyetlerin odağı olan, hatta bazı şairlere gore tekerleğin icad edildiği yer olan, kutsallar kutsalı her değeri içeren Anadolu,Mezopotamya, İran, Irak vahaları , Anadolu ve genelde , yine Anglo Saksonlar tarafından cetvelle çizdikleri Çin, Filipinler Japonyayı ve bizim oraları içeren Doğu kapsamında, bu ad verilmiş olan Orta Doğuya, eksotik Şark’a yapılan saldırılar özünde dinseldir. Ancak felsefeyle uzlaşmış ve kutsal kitaplarının temelinde de teyit edildiği üzere, Hristiyanlığı-beyaz Hristiyanlığı dünyanın en ileri ve öncü varlığı gören batılı, yeryüzünde sadece beyazların egemen olma ulvi hakkına sahip olduğu düşüncesiyle yoğrulmuş ve bu yönlendirmeyle de kendi öznel medeniyetlerinin dışındaki diğer insan gruplarını sindirmeye başlamışlardır. Pazar ve Serbest Ticaret yutturmacasıyla sömürmüşler, o ülkelerin varlıklarını kendi ülkelerine taşımışlardır.

Sömürünün ekonomik yönü ile kültürel dini boyutunu bir potada kaynatmış olan Bizans Hristiyan zihniyetinin sömürgecilik hareketleri, emperyalist güdümüne aldığı Afrikada bakın neler yapmış;

1800 lü yılların ortalarından başlayarak Dünya’ya hükmetmeyi hedefleyen bu toplum (buradan itibaren “onlar” olarak adlandırılacaktır) Viktorya dönemine gelindiğinde, İngiliz sanayisini yöneten üst sınıflar –İngilizler sınıflı bir toplumdurlar ve üst sınıflar sadece yönetmek için bu dünyaya gelmişlerdir, çalışmak için değil! - British India Steam Navigation Company adı verilen gemicilik şirketi paravanası altında örgütlenmiş, ülkelere Hristiyan misyonerler de götürürlermiş.

Misyoner, dinini yayma hedefi olan bireydir.

Bunlar zaten yüzlerce yıldır birbirleriyle çatışma içerisinde olan ve Dünyanın diğer yanını sırf bu yüzden kana bulamış olan Protestanlardır, Katoliklerdir, Alman Milliyetçiliğinin papazlarıdırlar.

Peki Afrika’da ne işlleri vardır bunların? Afrikada elmas vardır, Afrika diğer kıtalara bağlantıdır da ondan.

O dönemde İngiliz donanması dünyanın en güçlü donanmasıdır. Tabii Ticari gemi filoları da dünyanın en güçlü filolarıdır. Gidilen yerlerden köleler taşınır dünyanın diğer yerlerine. Kara köleler.

Bu bölgelerin adı “ Britanya Doğu Afrika Koruması” dır. İngilizler buralara ayak bastıklarında direnenleri silah zoruyla dize getirmişlerdir. Katletmişlerdir. Bu eğilim en son Avustralyaya gelişle devam etmiştir. Afrika, Zanzibar denilen ve günümüzdeki çağdaşlarını aratmayacak bir işbirlikçi kabile şefi tarafından yönetilen adadan kontrol edilir. Adanın stratejik önemi çok büyüktür. Kıtanın hint okyanusuna açılan nıktasında, dönemeçtedir.

Dize getirilen, yada hiç bir direniş göstermeyip bu kendilerinden üstün “ Efendi” lere kölelik eden kabileler arasında yerleşiyor bu misyonerler. Bu arada, Afrika’nın diğer kısmına ise Almanlar egemen. Hatta Klimanjaro dağını Alman imparatoruna hediye etmiş Kraliçe Viktorya.

Fas, Tunus, Umman,Mısır gibi körfeze yakın yerler ise Osmanlı ile İngilizler arasında problem konusu.

Misyonerler çocukları, kadınları ve diğerlerini kendi dinlerine döndürmeye çabalarlar. Ve başarılı olurlar. Hem silahları hem paraları vardır. Arkalarında ise dev gibi bir Britanya Donanması, Hintli askerlerden kurulu piyade güçleri. Hindistan çok evvelden köleleştirilmiştir zaten.

Ne oldu ? Kabilenin bir kısmı hala kendi medeniyetlerinin getirdiği tanrıya inanıyor bir kısmı ise döndü.! Diğer kabileler de bu şekilde sistemli bir biçimde parçalanıyor. Bu arada Avrupaya gelip giden yazar çizerler ve tarihçiler( ki koloni içlerine yapılan her keşif gezisi kadrosunda bir adet yazar mutlaka varmış!) ise Avrupa gazetelerinde konuyu diğer Avrupalı sömürgecilerle tartışıyor, kitaplar basılıyor. Bu arada bizim oralarda bu olaylardan haber yok, yada haberi olanlar bunları kendi dillerine çevirme gereği görmemiştir.

Sonra mı? Sonra artık oraya bir Ticari şirket adı altında giren Britanya, kontrol ettiği bu şirketlerin o bölgede kendi sistemlerine uygun bir yönetim biçimi kurmasını, cahil, yazı yazmayı, yazıya imza koymanın getireceği sonuçları bilmeyen, kendi hukuklarının hiç bir dayanağı olmadığına ikna edilmiş kabilelerden tüm haklarının çeşitli yöntemlerle alınmasını, gasp edilmesini teşvik ediyor. Parlementosuna onaylatıyor. Başkaldıranın başı kesiliyor.

Nil deltasıyla, Ticaret yolları üzerinde olmasıyla 1790 lardan beridir problemli bir bölgedir Afrika. İşgalci sömürgecilerin ellerinde makineli tüfekler var. Sahra topları var, haberleşme sistemleri var ve ülkenin kalbine doğru bir demiryolu inşa edilmeye başlanıyor. Çalışan işçiler yerli kabileler. O dönemin yazışmalarına veya matbuatına bakıldığında beyaz olmayan diğer insanlara “ beyinsiz, hiç birşeyi öğrenemeyen ve bir köpekten fazla beyni olmayan, itaat etmek için yaratılmış, pis” olarak bakıldığı görülecektir. Amaç, halihazırda çeşitli sömürgeciler (Köle gemileri sahibi Portekiz, Ingiliz, Alman) tarafından cetvelle çizilmişçesine bölünmüş olan (Sudan,Mozambik,Rodezya,Kongo,) Afrikanın göbeğinde Ugandayı kontrol altına almak.

Beyaz Avrupa’da ise bazı aydınlar İngilizlerin hangi hakla binlerce Afrikalının efendiliğine soyunduğunu sorgularken, diğerleri Britanyanın kendisine ”damnosa hereditas” I yani “miras” olduğunu idia ettiği ve işgal hukuki dayanağı yarattığı Afrikadan ne istemekteydiler?

Uyuyan Afrika kıtasını, o dönemde medeniyetlerinin en üst düzeyine tırmanmış İslamiyet harekete geçirmiştir. Daha doğrusu, 632 yılında Hz Muhammedin ölümünü takiben ortaya çıkan iktidar çatışmaları.

Özetle, Arabistan ve Pers ülkesi, Muhammedin ölümüyle ortaya çıkan iki temel mezhebe; Şiilik ve Sünniliğe dar gelmiştir.

Mezhep çatışmalarını takiben, Doğu Afrikaya toplu Sünni göçleri yaşanmıştı . Tarihsel bulgulara bakıldığında Afrikaya ilk Sünni toplu göçleri, Benadir Kıyıları ve Lamu bölgesine olmuş. 7. yüzyıla ait olduğu sanılan bulgular var ortada.

Yeni göçülen bu kıyılar bir kaç şehir devletini yöneten en güçlü şefin etrafında toplanan dağınık insan gruplarının hakimiyet alanıymış Önceleri etkili olan İran kültürü daha sonra yerini Arap kültürüne bırakmış. Böyle olunca da Kızıl denize kıyısı bulunan yerlerden (Umman, Adramut) yoğun Arap göçleri yaşanmış. İslamlar bu kıyıları kendi uygarlıklarına entegre etmişler. Ticaret, ülkede bolca bulunan Fildişi, baharatlar, altın gibi varlıkların satışıyla elde edilen kar arttıkça doğal olarak bölge refahı artmış. Edinilen kar yine bu bölgeye dönmüş. Yöneticiler yaşadıkları yerleri geliştirmişler. Ticari gemiler Pers ülkesinden ipekliler, kesilmiş zümrüt taşları, bilezikler, altın iş takılar, Hindistan’dan gümüş işlemeler, İzmir’den çifte su verilmiş çelik kılıçlar getirip, altın, fildişi baharat taşımış. Çinli çapul gemileri buralara gelip ticaret yapmışlar. İnsanlar kara, beyaz demeden yaklaşık 700 yıl birlikte yaşamışlar Afrikada.

Kız almışlar Kız vermişler. Velhasıl, Arap ve İslam kültürü bu kıyılara imza atmıştır. Afrika müslüman kimliğiyle şekillendirilmiştir.

Doğuya doğru o büyük yolculuğunu yapan Vaskö Dö Gama bu kıyıların önemini görerek 1497 de Portekiz adına işgal etmeyi düşünür. İşte bu tarihten itibaren iki yüz yıl boyunca Avrupalı sömürgeci Afrikaya sayısız seferler yapacaktır.

Temelde Hristiyan medeniyetinin egemenliğine hizmet eden bu tüccarlar, misyonerler, zenaatkarlar,askerler, entellektüeller, maceracılar ve başıbozuklar topluluğu geldiklere yere silahlarıyla geliyorlar.

Portekiz güçleri Mombasa, Lamu ve Kilwa bölgelerini (Kenya ve Tanzanya alanı) görülmemiş bir şiddetle talan eder ve halktan Portekiz Kralı adına yıllık 1000 dolar kadar para tahsil etmeye başlarlar. Kadın , çocuk , yaşlı demeden geçtikleri yerlerdeki yerlileri dize getirirler. Savaş taktiklerini bilen subayları ve dünyanın diğer yerlerindeki sömürgelerinden devşirdikleri çok sayıda askerleri vardır.

Portekiz sömürgecilerinin kaderi gelişlerinden hemen 30 yıl sonra , 1586 da Ali Bey adında bir Osmanlı Amiralinin Mombasa limanına gelişiyle beraber değişecektir.

Osmanlı Sultanı adına gelmiştir. Ali Beyin donanması dönemin diğer donanmaları ile kaşılaştırıldığında sıradandır ancak, komutasındaki Kadırgalar, Baştardalar, Üç Direkli Yelkenliler, 200 tonluk tek direkli Kadanalar birer kale gibi inşa edilmiştir ve insan gicüne dayanarak savaş kazanma taktiğini yüzlerce yıldır uygulayan Leventleri vardır.

Ali Bey bir kaç hafta içerisinde Portekizlilerin egemenliklerine son verir Halk bağrına basmıştır bunları ve halkın yardımıyla yenerler onları. 1589 da geldiği Mombasada Portekizlileri Afrika sahillerinden sonsuza kadar çıkaracağını beyan etmiştir Ali Bey.

Bu gelişmeler sonucu Hindistanda amfibi güçlere sahip olan Portekiz Katolikleri, limanı kuşatırlar. Bu arada karadan, beyazlara karşı savaşmak istediğini söyleyerek kent sınırlarına giren Zimba kabilesine kuşkulu bakılmaktadır. Bunlar yamyamlıklarıyla tanınan bir kabiledir ve bin kilometrelik bir yolu da önlerine gelen herkesi yiyerek kat etmişlerdir. Ancak, üzerlerine çevrili Portekiz toplarına karşı olabilecek tüm yardımı bulmaya çalışan yönetim, onlara izin verir. Kısa sure sonra Zimbalar kentte katliama girişip, yakaladıkları insanları yiyerek dehşet saçarlar. Onları Katolik Misyonerler örgütlemiştir. Ali Bey kaçmayı başarsa da, daha sonra yakalanarak zincire vurulur ve Lizbon’a götürülür.

16. yy sonlarına gelindiğinde, artık sahnede kara kıta Afrikanın zenginliklerini keşfeden Britanya ve Hollandalılar, Almanlar vardır.

Ticari gemileri donanmaları tarafından korunmaktadır.

HMAS Imaum, HMAS Liverpool, Viktorya, Albert bu gemilerden bazılarıdır..

Beyazların üstün olduğuna yerel halkın bir kısmını bile inandırmışlardır artık. Britanya aynen 11 Eylül hadisesi sonrasında ABD de olduğu gibi, yeryüzünün gidişatını değiştirecek olan Milliyetçilik duygusunu kendi halkında harekete geçirmeyi başarmıştır. 1700 lere gelene kadar, Avrupa aydınları köleliğe karşı olduklarını beyan etmeye devam ederler ancak, sadece vicdanlarını rahatlatmakta, iyilik meleği oynamaktadırlar. Sadece ruhlarını arındırmak istemektedirler kölelikten aldıkları payları aklamak için. Amerikan şeker tarlalarına binlerce köle götürülmekteydi daha sonraları, taaki kapitalizmin babası Adam Smith köleliğin ticari açıdan kar getirmediğini ilan edene kadar !

Ulvi misyonlarını yerine getiren beyaz Avrupalı, ülkeyi Hristiyanlaştırma, küçük gruplara bölme ve bunları gerektiğinde birbirine karşı savaştırma genetik taktiklerini en düzenli ve programlı şekilde uygulayan ülke olacaktır.

Beyaz adam herhangi bir kabileye gelir ve kendisini Mzungu olarak adlandırır ( Beyaz Adam) bir sure sonra ona alışan yerliler, onun üstün olduğuna inanırlar, onu taklit ederler, onun gibi giyinmeye başlarlar, onun adını alırlar, silahlarını hayranlıkla izlerler, barutun gücüne şaşırırlar. Yani köleleşirler. Herkesin ideali olur kabileler arasında. O artık saygı gösterilmesi, her dediği yapılması gereken biridir.

Aslında Misyonerdir, Britanya Kilise Misyoner Cemiyetinin bir parçasıdır, Fransız Katolik Kilisesi Misyoneridir, Protestan misyoneridir. Şirketlerin Ajanıdır.

Kur’anın yasakladığı ırk ayrımı ve Müslüman ümmetine zarar verilmemesi kültürü hızla değişmektedir.

Kabileler arasında var olan ilkel düşmanlıklar tetiklenir, alev aldırılır, birbirlerine düşürülür. Protestan ve Katolikler, Avrupada da birbirlerini yerler ama varlıklarına en büyük tehdit Müslümandır. Ona karşı beraberdirler.

Değişikliğe karşı çıkıldığında, Sömürgeci şirket bağlı olduğu ülkeden yardım ister. Ayaklanmalar kanlı bir şekilde bastırılır.

Elde edilen karlar ve değerler artık kendi ülkelerine taşınmakta, orada bilimsel çalışmaların yapılmasına yol açmakta, Afrikanın alın teri artı değer olarak İngiliz ulusuna aktarılmaktadır.

Sömürgeci ve Kolonicilerin bu dönemi Palmerston İdeali de denilen ve Büyük Britanya İmparatorluğu ideolojisinin temeli sayılan “ Serbest Ticaret ve Manevi etki yoluyla gerektiğinde de Nelson tarzı şiddet uygulanarak- Dünyanın hakimiyet altına alınması-” düşüncesinin harekete geçirildiği bir dönemdir.

Britanya’nın Afrika politikası belli olmuştur. Geri kalmış ve barbar dedikleri bölgelerde gerekli olan tek şey “ Avruplının varlığı, etik değerleri, Hristiyan dini ve Batı Ticareti” dir.

İranlılar, 1854 de Umman’a sürpriz bir saldırı yapar. British East India şirketinin tesisleri yıkılır. Ancak, İran’ın Rusya ve Hindistan arasında doğal bir geçit olma özelliği İngilizlerin İranlılara hemen saldırmasını engellemektedir . İngiltere ve Rusya Kırım savaşında birbirini yemektedir. İngilizlerin en son istediği şey İranlıların Rus kampına geçmesidir. Umman İranlılara bırakılır.

Yıllar boyu, Balushi gibi hainlerin yardımıyla , Mutesa gibi ilericilerin direnişine rağmen, Uganda Afrikadaki en güçlü Hıristiyan ülke konumuna gelmiştir.

Mısır Hidivi Osmanlı Paşası İsmail Paşa’nın Uganda’yı şemsiyesi altına alma girişimleri başarısızlıkla sonuçlanır. Mısırlı Paşa işbirlikçi olmuştur. İngiltereye gider, Kraliçe Viktorya tarafından karşılanır ve Windsor kalesinde misafir edilir. Wales prensinin misafiri olarak Marlborough kalesinde kalır. Onuruna sayısız balolar, danslar toplantılar tertip edilir. Ascot yarışlarında, British Müzesinde ve Operada baş konuk, ilgi odağıdır İsmail Paşa.

Köleliği kullanan batılı, bir Doğulu yardımıyla Nil üzerinde köle ticaretini durdurmuştur. Alman asıllı bir Yahudi olup Anadolu’ya yaptığı geziden sonra Müslüman olan ve adını Eduard Schnitzer’den Emin’e dağiştiren, hekim olduğundan dolayı saygı görüp Paşalığa yükseltilen Sudan beyi Emin Paşa, Alman Kolonist’lerin hizmetine girecektir 1885 lerde. Kendisi için övgüler yazan Avrupa basını bakın ne diyecektir “ kendisi üstün beyaz ırktan olan Schneider, kendisi ne derse desin, üstün ırk olmanın getirdiği güçle bu başarıları yakalayıp, vahşi Afrikalıyı medeniyete ulaştırmıştır”. 1875 yılının Temmuz ayıdır. Yahudi asıllı Paşa ihanet etmiştir.

Misyonerler Afrikalıyı nasıl ele geçirdiklerini bakın nasıl ifşa ediyorlar “Onlara kendilerinin de beyaz adam gibi gelişebileceklerini anlattığımızda kendileri bile inanamıyorlardı. Bir zamanlar bizlerinde böyle çıplak vahşiler olduğumuzu, onlar gibi ok ve mızraklar taşıdığımızı, ama daha sonra İsa’nın gelişiyle medeni olmayı öğrendiğimizi anlatırdık”

1887 ye gelindiğinde, günümüz CIA sinden farklı olmadığını Queen Viktorya’nın CMS (Hristiyan Misyoner Cemiyeti) yetkililerine verdiği onay belgelerinden(- resmi olarak CMS ile ilgisi olmadığını ifade eden İngilizler, bu belgelerde bu Misyoner Kuruluşunun kendileri tarafından onaylandığını beyan etmişlerdir-) anladığımız Misyoner cemiyeti çıkardıkları yayınların sonucunu alarak, yetiştirdikleri çevirmenler aracılığıyla ve kendileri dili öğrenerek St Matthew İncilini Uganda diline çevirmişlerdir.

Avrupadaki matbaalar çeşitli dillerde İncil basmaya ve yaymaya başlamıştı.

17. ve 18. yüzyıllarda, Sömürgeci şirketler artık bulundukları her yerde yönetimi ellerine geçirmişlerdir.

Bu arada, Amerika kıtasında Hudson Bay Company Kanada’nın büyük bir kısmını kontrol ederken, en güçlü şirket British East India Company’dir ve Hint yarımadasının yaklaşık 200 yıl süreyle tek sahibidir. IBEA- Imperial Brtish East India Company hemen onun kadar dev ve karlı bir şirkettir.

Anadolu’da ise Alman ve Fransız etkisi sürmektedir.

Mısır İngilizlerindir.

Maxim makineli tüfekler icad olmuş, savaş meydanlarında çakaralmaz tüfeklere ve kılıçlara karşı dehşet kusmaktadır.

Batı teknolojisi sömürgelerinden elde ettiği bilgi birikimini teknolojiye dönüştürmekte ve bunu silah olarak kullanmaktadır. İnsani ve Ticari adı verilen dini misyon, varlıkların sahibi haline getirir Batıyı.

Sonrasını biliriz. Osmanlı önce hasta olur sonra ise Balkanlarda kışkırtılan milliyetçilik faturası gelir, işbirlikçi ve mandacılarımız, faşist ağalar, çeşitli Hıristiyan Din okulları ve Misyonerleri, dinin siyasete karıştırılmasına ön ayak olup kendi servetlerini korumaya çalışan sahte şeyhler sermayenin desteğiyle, Anadolu ve Balkanlardan Hindistan’a, Kürdistan’dan, Azerbaycan’a kadar halkları kendisine bağlayan koca bir Osmanlı İmparatorluğunu dağıtır. Kılıç artıkları ise Cumhuriyeti kurar.

Cumhuriyet sonrasında Batı teknolojisinin yakalanmasını öngören çevreler, batının emperyalist emellerini iyi tahlil edememiş olacaklar ki, o tarihlerden itibaren çeşitli Misyoner okulları açılır Anadolu’da.

Hristiyan, Maronit, Musevi, Sunni, Alevi, Rum, Asuri, Kürt, Yezidi, Tatar, Ermeni,Yörük, Pomak, Boşnak ve benim zavallı bilgi dağarcığımın henüz bilmediği onlarca antik halklar, kendilerini onlarca yıldır izleyen ve buna doğru politika üreten Sömürgecilerin, onların yürütme kuvveti tüccarlar, tercümanlar, dilbilimciler,tarihçiler ve misyonerlerin, kuşatması altında bulurlar.

1970 li yıllarda topraklarımıza gelmeye başlayan yeni sömürgeci ABD dil misyonerleri Peace Corps’un neler yaptığını benim gibi 40 lı yaşlardan olanlar hatırlarlar. Yoğun bir misyonerlik çalışmasıydı bu . Hıristiyan örgütler aralarından seçtiklerini Dil öğretmeni olarak yetiştirimiş ve Anadoluya , Orta Doğuya ve Dünyanın diğer bölgelerine salmıştı. Anadolu’nun hemen her şehrine Turist kimliğiyle gelen Amerikalılar oralarda yerel halktan ortaklar bularak dil okulları açmaya başladılar. Ardından İngilizce’nin ne kadar önemli bir dil olduğu pompalandı okullarda Mr ve Mrs Brownlar’la. 20 yıl önce internet yok iken Türkçe üzerine çalışılmaya başlansaydı acaba bilimin farklı bir yerinde olurmuyduk diye düşünmemek elde değil. Kendi dilimizi önemsememe aşılandı. Ve bunun meyvelerini bu günlerde alıyorlar ne acıdır ki...O günlerde 20 li yaşlarda olan Peace Corps üyeleri şimdi Istanbulda rahat rahat yaşamakta ve yeni gelen misyonerlere ev sahipliği yapmaktadır.

Şimdilerde ise bir Moon Tarikatı konusu var gündemde, yanlız bunlar mı ? Sırada satanistler, vejeteryan cemiyetleri, gay cemiyetleri, karga sevenler dernekleri, Cazcılar, vs. gibi buralarda her gün görüp kanıksadığımız daha yüzlerce “yabancılar” gelecek Anadoluya. Yakındır.

Derim ki, Cumhuriyet sonrasında Anadolu halkları dört bir yandan kuşatma altına alınmıştır; bu güne kadar, içimizdeki ortak yönleri değil de farklılıkları öne çıkarıp duygularımızı meta haline getiren Batı medeniyeti, tek dişiyle de olsa, içimizde işbirlikçiler bulmuştur ve her an bunları birbirine karşı harekete geçirme planı yapmaktadır. Barizdir.

Bu kez Haçlarına İsrail’i tuğ yapmışlardır.

Ben bu misyonerler hakkında son kanı olarak şunu söyleyebilirim;

İslamiyet’in etkisiyle kültürleri yoğrulmuş olan topraklarımızda ırkçılığa dayanmayan bir kardeşlik anlayışı hüküm sürdü, Ion’dan beri.

Bu misyonerlerin akıl almaz becerileri vardır. Ellerindeki basit aletler bile diğer medeniyetlerce sihirli olarak görülebilmiştir.

Yani, insanı büyülemek için gereken tüm teknik donanıma sahiptirler. Fiziksel olarak ta uzun boylu, hükmedici, güzel yüzlü, atletik olanlar ve güzel kadınlar seçilir.

Unutmuyorum, Hıristiyanlık Afrika işgalleri sırasında en büyük yarasını almıştır.

Afrika halklarının aklına Hıristiyanlık denince önce Maxim Makineli tüfekler gelmektedir.

Ben, hiç duraksamadan şunu iddia ederim ki, geldiğimiz Doğunun halkları toprağıma benden izinsiz giren benim düşmanımdır diyecektir. Evime misafir olarak gelip, evimi, benim iyi yönetemediğim iddiasıyla, elimden almaya çalışan benim can düşmanımdır. Diyecektir. Gene isyan edecektir.

Onların kitabında bu yazar.

Doğan şahin-Sydney

No comments:

Post a Comment

Thank You...Teşekkürler