Total Pageviews

Thursday 11 March 2010

ÇANAKKALE DE MÜTTEFİKLERİN İKİNCİ HAREKATI

ÇANAKKALE
DENİZ KUVVETLERİ VE KARA KUVVETLERİ GÜCÜYLE MÜTTEFİKLERİN İKİNCİ HAREKÂTI
Deniz kuvvetlerinin yapacağı operasyonlarla Çanakkale'nin geçilmesi için yapılan ilk harekât üç savaş gemisinin sert akıntıların getirdiği serseri mayınlarla batırılmasını takiben 19 Mart 1915 tarihinde aniden durmuştu. Avrupa ve Asya yakalarında sıralı, Müttefiklerin hâlihazırdaki deniz kara ortak operasyonuna girişmelerine neden olan Kale ve Tabyaların savaş dışı bırakılmalarındaki gerçek zorluklar E. Ashmead-Bartlett tarafından kısmen de olsa tespit edilmiş ve 16 Nisan tarihinde The London Daily Telegraph gazetesinde haber olmuştur. Aşağıda London Times gazetesinde ve diğer muhabirler tarafından NY Times gazetesine yollanan bu yazılardan alıntılar okuyacaksınız
Doğu Akdeniz, 12 Nisan.
Türk’ün Avrupa’da günleri sayılı artık, ancak onu yok etmenin zor olduğunu ve dişli bir düşman olduğunu kimse inkâr edemez. 19 Mart sabahı gazetelerinde iki İngiliz zırhlısının ve bir Fransız zırhlısının batırıldığını, bir kaç tanesinin ise yara aldığını okuyanların birçoğu olan biteni kabul edilemez bir darbe olarak nitelemişti.
Bizlere dış kalelerin tamamen tahrip edildiği ve mayın temizleme işlerinin çok başarılı geçtiği söylenmişti. Bu haberler tamamen iyi niyetle verilmiş ve büyük oranda doğruydu da. Ancak, bu gelişmelere çok umut bağlanmış, filonun karşı karşıya bulunduğu gerçekler birçok insan tarafından tam anlamıyla algılanamamıştı- asıl engeller boğazın en dar yerine yaklaştıkça ortaya çıkacaktı. Müttefik donanmasının Çanakkale’de 18 Mart günü ortak olarak kaydettikleri ilerlemenin amacı Boğazın geçilmesi değildi. Buradaki amaç kıyıda bulunan kalelere karşı muhteşem bir gösteri olacak, böylece bu dev zırhlıların toplarına sığınan destroyerler ve mayın tarama gemileri mayın tarlalarını temizleyeceklerdi. Bu çabalar cesurane bir şekilde yürütüldü ve çok başarılıydı ancak, ne yazık ki ilerleme durmak zorunda kaldı çünkü serseri mayınlar beklenmedik bir şekilde üç zırhlının felaketine sebep olmuştu. Ancak, maruz kalınan tehlikenin boyutları ve bunların savaşın geleceği üzerinde oynayabileceği rol göz önüne alındığında, ödenen bu bedellerin çok yüksek olduğunu düşünmemek lazım. Türkler her zaman için Çanakkale’nin Geçilmez olduğuna inanmışlardır ve bu inanç, deniz kuvvetlerinin bu inancı imtihan etmeye karar verdiği ana kadar sıradan insanlar tarafından da kabul görmüştür. Sonra, bilinmeyen bir nedenle pek de hak verilemeyecek bir iyimserlik dalgası ülkeyi sarmış ve fakat 18 Mart sabahı halkın gözü açılmıştır.
Yelkenli gemiler döneminde Çanakkale hiçbir Amiralin inançla karşı durmaya cesaret edemeyeceği çetin bir engeldi.
On dokuzuncu yüzyılın başlarında bu engelleri aşmak neredeyse imkânsızdı. Boğazda var olan tehlikeler günümüzde kullanılan uzun menzilli silahlar, torpidolar ve mayınlar nedeniyle on kat daha artmıştır. Buna rağmen, Deniz kuvvetleri engeller olsa bile Boğazın zorlanabileceğine inanmakta olup bu inanç 18 Mart muhteşem denemesiyle daha da artmıştır. Gemiler kaybedilecektir ancak, alınan sonuç kayıpları haklı çıkarıyorsa, filo denemeyi yapmaktan bir an olsun geri kalmayacaktır.
Fakat donanmanın Çanakkale’yi geçtiği ve Marmara Denizine girdiği anda ya da İstanbul’a girdiği anda Gelibolu Yarımadasını işgal edecek güçlü bir ordu yoksa boğazın bu yakası hemen kapanacak ve Alman subayların desteğini ve entrikalarını arkasına alan Türkler savaşa devam etmek isterlerse, filo girdiği yerden çıkmak zorunda kalacak ve yeni bir mayın temizliği yapmak zorunda kalacaktı. Deniz savaşlarında kalelere karşı gemilerin hiç bir şey ifade etmeyeceği ya da dezavantajlı olacağı olup bu nedenle sadece bu amaç için gemileri yollamanın harcanan emeğe değmeyeceği uzun zamandır kabul gören bir anlayıştır.
Çanakkale’ye karşı yapılmış olan bu operasyondan filonun elde ettiği tecrübeyle artık bu anlayış değiştirilmek zorundadır. Ne kadar sağlam olursa olsun, taş ve betondan yapılan herhangi bir kale, net bir görüntü alındığı sürece ya da uçakların “gözcü” görevi yapıp hedef saptanmasına yardımcı olması halinde, toplardan açılan ateş sonucu savaş dışı bırakılabilir.
Gelibolu Çıkarması
Aşağıda The London Times gazetesinin Çanakkale’de bulunan muhabirinin yolladığı telgraflardan örnekler bulacaksınız. Bu yazılar müttefik güçlerinin Çanakkale’ye çıkmasıyla sonuçlanan operasyonların ilk aşamasını anlatmaktadır.
İLK TELGRAF
Çanakkale, 24 Nisan
Büyük teşebbüs sonunda başladı ve savaş zırhlıları, nakliye gemilerinden oluşan filonun tamamı Gelibolu kıyılarına doğru ilerlemekte.
Dün hava şartlarında bir yumuşama görüldü ve akşamüzeri saat 5 sıralarında ilk nakliye gemileri deniz taşıtlarının oluşturduğu labirentten geçip ağır ağır Mondros (Limni) Körfezi girişine yanaştılar. Hemen herksi yavaş yavaş etkisi altına almış olan belirgin kayıtsızlık aniden sonsuz bir coşkuya dönüştü. Güvertelerinde haki renk kaynayan devasa gemiler filonun arasından islim bastıkça, savaş gemilerinin personeli zafer çığlıkları atıyor, bandolar envai çeşit popüler melodiler çalarak onları bastırıyordu. Nakliye gemilerindeki askerler donanmadan gelen bu son selamları kulakları sağır edecek derecede sevinç çığlıklarıyla cevaplıyordu ve sonucu iyi de olsa kötü de olsa böylesine bir seferden daha ilham verici bir gösteri daha evvel görülmemişti.
Bu devasa filoyu kaza yapmadan ya da karışıklık yaratmadan körfezden çıkarmak için muhteşem bir organizasyon ve tecrübeli liderlik gerekiyordu ancak tek bir olay bile olmadı ve bunların çoğunluğu şu anda açık denizlerde güvenli bir şekilde kendi hedeflerine doğru yol alıyorlar.
Filonun tamamı ve nakliye gemileri beş farklı Tümene ayrıldı ve üç ana çıkarma yapılacak. Yirmi dokuzuncu Tümen Gelibolu yarımadasının burnuna yakın Seddül Bahir'e çıkarma yapacak ve bu tümenin operasyonları Saroz Körfezinden Çanakkale’den savaş gemilerinin ateş gücüyle korunacak. Avustralya ve Yeni Zelanda Birliği Gaba tepenin kuzeyine çıkacak. Daha da kuzeyde Deniz Tümeni kendi gösterisini yapacak.
Bu girişimin zorlukları ve tehlikeleri çok büyük boyutlarda ve herkes bunun farkında.
Sayısız silahları, binlerce eğitimli piyadesi olan ve mevzilerini hazırlamak için aylar öncesinden fırsatı olan bir düşmana karşı daha evvel böylesine büyük bir kuvvetle çıkarma yapma denemesi yapılmamıştı. Her şeye rağmen, emir komuta zincirinde müthiş bir özgüven hâkim ve personel gecikmelerin sona ermesinden ve asıl işlerinin başlamaya yakın olmasından memnunlar.
Dün gece nakliye gemileri sadece pozisyon aldılar ve armadanın Mondros limanından asıl çıkışı bu gün öğle sonrası saat 2 sıralarında başladı. Daha erken saatlerde tehditkâr görünen hava şartları şimdi tamamen düzeldi ve durum böyle sürerse hızlı bir çıkarma için ideal şartlarımız olacak.
Sabah saatleri boyunca nakliye gemileri limandan çıkış yaparak açık denizdeki pozisyonlarına doğru yola çıktılar. Aynen dün olduğu gibi bugün de benzer gösterilere şahit olduk. Koruma görevi üstlenen güçler belirli bazı gemilerden indirilecekler, diğer gemiler ise ateş gücüyle düşman mevzilerini topa tutacak ve çıkarma yapan birliklere top ateşi yapılmasını engellemeye çalışacaklar. Genel olarak operasyonun en kritik zamanının ilk 24 saat olduğu kabul ediliyor ve tüm bu girişimin başarısı ya da başarısızlığı söz konusu koruma güçlerinin kendilerine ayrılan mevzileri kontrol altına alıp ele geçirmelerine bağlı. Her bir detay iyice incelendi, provası yapıldı, her subay ve er kendisine verilmiş olan olağandışı görevin ne olduğunu bilmeli.
Deniz kuvvetleri bu binlerce personelin çıkarılmasından sorumlu olacak. Kıyı postaları ilk birliklerle çıkarmaya katılacaklar ve gemilerdeki subaylar askerlerin sahile çıkarılması esnasında teknelerin hareketlerini yönlendirecekler.
Bu savaş gemisi Avustralyalılardan oluşan bir tümeni taşıyacak olup Gaba Tepe kıyılarına çıkarılacaklar. Gemimiz çıkarma yapacak olan gemilerden birisi ve bugün öğleden sonra koruma gücünün bir kısmını oluşturacak olan 500 Avustralyalı subay ve asker gemiye geldi. Muhteşem bir gruplar ve kendilerine verilmiş olan onurlu ve tehlikeli göreve coşkuyla katılıyorlar.
Saat ikide tümen bayrak gemisi hattın başındaki yerini aldı. Ağır hareket eden nakliye gemilerinin arasından, muazzam bir tezahüratla geçtik ve Fransız gemileri ile beraber körfezden çıkış yaptık. Hiç bir görüntü savaş gemileri ve nakliye gemilerinden oluşan bu uzun hattan daha güzel olamazdı, her birisi herhangi bir gecikme ya da karışıklık olmaksızın özel randevularına doğru yol alıyordu.
Akşamüzeri saat 4’de gemi komutası ve askerler Amiral de Robeck tarafından müşterek birliklere gönderilen bildirinin gemi Kaptanı tarafından okunmasını dinlemek üzere kıç güvertede toplandı. Bunu takiben muharebe öncesi son dini ayin yapıldı ve tüm gemi personeli ve askerler kepleri ellerinde, başları öne eğik dinlerlerken papaz zafer duası okuyup bu sefer için tanrıdan kutsama diledi.
Bu önemli gecede ağır ağır kıyıya doğru istim alıyoruz ve yarın sabah Britanya bayrağına çoğu zaman zaferler getiren bir günde, saat 3’te (Pazar) randevumuz var.
İKİNCİ TELGRAF
Çanakkale, 25 Nisan.
Avustralya Koruma Birliğini Gaba Tepe kuzeyine indirecek olan birliğimiz 24 Nisan gecesi ağır ağır hedefine doğru ilerledi. Gemideki askerler personelin misafirleriydiler ve eli açık mürettebatımız onları asalet içerisinde ağırladı. Alaca karanlık bastığında tüm ışıklar söndürüldü ve kısa süre sonra askerler şafak vakti girecekleri çetin sınavdan önce son kez dinlenmeye yattılar.
Gece yarısından sonra saat 1’de gemiler randevu yerlerinin karşısına, çıkartma alanının 5 kilometre açığına gelip demirlediler. Askerler hafif uykularından kaldırıldılar ve son sıcak yemekleri verildi. Yemek güvertesine yaptığım ziyaret, çoğunluğu büyük zorluklarla dolu ilk harekâtlarına katılacak olan bu Avustralyalıların sabahın saat 1’inde neşeli, sessiz ve kendilerine güvenen insanlar olduklarını gösterdi. Beklentilerimin aksine, hiç bir endişe ya da gereksiz heyecana rastlamadım.
Saat 1.20’de gece boyunca filika vinçlerinde asılı kalmış olan filikaların indirilmesi için bayrak gemisinden işaret verildi. Aynı zamanda bunları çekecek olan buharlı uskunalarımız da indirildi. Askerler kıç güvertede kendilerine ayrılan yerlerde içtima oldular ve gittikçe kaybolan ay’ın son ışınları tarihimizde her zaman hatırlanacak olan bir görüntüyü aydınlattı.
Kıç güvertede, arkalarında devasa 12 inç toplarla bu muhteşem koloni birliği sık saflarda, tam teçhizatlı bir halde, daha altı ay öncesine kadar tıpkı adamları gibi 5000 mil ötede Avustralya’da ya da Yeni Zelanda’da sakin bir yaşam geçirmekte olan Subaylarından son talimatları alıyorlardı. Şimdi ise, imparatorluğun çağrısı üzerine bilinmeyen, yabancı bir ülkede yabancı bir sahile çıkacaklar ve farklı bir ırktan düşmana saldıracaklardı. Askerlerin yanı başında ise azametli duruşlarıyla kıyı postası bahriyelilerimiz ve deniz piyadelerimiz toplanmış, haki renge boyalı eski beyaz üniformalarıyla süslenmiş, eski tüfekler ve eski ekipmanlarla içtimaya durmuşlardı.
Bu personel teknelere komuta edecek, kıyıya getirecek ve filikalara dolan askerleri yanaştıran uskunalar bundan sonra onları alarga edeceklerdi. Her tekne çoğunluğu bir kaç dönem eğitimden sonra doğrudan Dartmouth’dan gelmiş olan genç bir deniz asteğmenin komutasındaydı ve şimdi bu personel, yetişkin adamlar gibi, çok tehlikeli ve zor bir göreve soyunmuşlardı. Komutanlar, teğmenler ve özel kıyı posta subayları uskuna gruplarını komuta ediyorlardı ve askerlerle beraber sahile çıktılar.
Gece yarısından sonra 2.05’te askerlerin bordalamış duran teknelere çıkması için işaret geldiğinde askerler hızla ve tam bir sessizlik içerisinde, herhangi bir aksaklık ya da kaza olmadan teknelere çıktılar. Asker taşıyan üç geminin her birisi askerleri her birisi dört filikadan oluşan ve buharlı uskunalar tarafından çekilen filika gruplarına boşalttılar. Koruma gücünün askerleri işte bu şekilde kıyıya çıkarıldılar. Avustralya Tugayından bir kısım asker ise muhrip gemilerle taşınmaktaydı ve bu muhrip gemiler kıyıya yanaşacak, uskunalar tarafından çekilen filikalar boşalır boşalmaz teknelerle bu grupları sahile çıkaracaklardı.
Gece yarısından sonra saat 3’te hava hala karanlıktı ve harekâta başlamak için her şey hazırdı. Savaş gemileri uskunaları alarga etmiş, merdivenler çekilmiş ve güverteler harekât için hazır, mürettebat görev yerlerine dönmüştü. Sonra, ağır ağır kıyıya doğru istim tuttuk; her savaş gemisi kendine ait yedeğiyle ilerliyordu ve bu hatlar avına yaklaşan devasa yılanları andırıyordu. Burada bulunanların son yarım saatte yaşananlar karşısında bastırdığı heyecanın hiç bir zaman unutulacağını zannetmiyorum. Son dakikada neler olabileceğini hiç kimse bilemiyordu. Düşmana baskın mı verilecekti yoksa düşman hazır ve alarmda bekliyor olacak ve tekneler sahile yanaştığında korkunç bir ateşle mi karşılık verecekti?
Operasyon uskuna ve filikaların şafak vakti sahile yanaşacağı ve eğer hazırlıklıysalar Türklerin ateş açmak isteseler bile hedeflerini henüz göremeyecekleri şekilde planlanmış, böylece de Avustralyalıların sağlam bir mevki oluşturmaları ve dolayısıyla kıyıda iyi bir koruma gücü kurmaları hesaplanmıştı.
Saat tam 4.10’da borda bordaya hatta gelmiş ve aralarında 2400 feet açıklık olan üç muhrip gemi kıyıya 2,500 yarda kadar yanaştılar. Kıyı hayal meyal seçilebiliyordu. Makineler durdurulmuş, toplar silah başı yapılmış ve güçlü ışıldaklar gerektiğinde kullanılmak üzere hazır edilmişti. Bu aşamaya kadar kıç taraftan takip eden uskunalara kıyıya yanaşma emri verildi. Savaş gemileri kanat yönünde biraz daha açıklarda pozisyon aldılar. Çünkü onların görevi hava aydınlanır aydınlanmaz çıkartmayı toplarıyla desteklemekti.
Yılanı andıran tekne hatları yavaş yavaş savaş gemilerinden uzaklaştılar, haki elbiseli kalabalıklarla o kadar doluydular ki küpeşteleri hemen hemen deniz yüzeyiyle aynı seviyedeydi. Daha sonra her grup birbirine 2400 yarda kadar yaklaşarak ilerlemeye başladılar. Savaş gemilerinin güvertesinden bakan bizler öylesine heyecanlıydık ki uskunaların çektiği yüklerin sanki onlara çok ağır geldiğini ya da bilinmez bir gücün onları tuttuğunu ve şafak vaktinden önce sahile asla yanaşamayacaklarını ve dolayısıyla da baskın şansını kaçıracaklarını düşünüyorduk.
Savaş gemileriyle filikalar arasındaki mesafe sanki hiç artmıyordu çünkü biz de denizin sığlaştığı yere kadar yavaş yavaş onların arkasından gidiyorduk. Her göz ve her dürbün karanlıkta önümüzde duran, şekilsiz ancak bir o kadar ürkütücü ve amansız görünen dağ silsilelerine odaklanmıştı.
Saat 4.50’de düşman aniden bir alarm ışığı gösterdi; ışık on dakika kadar yanıp söndü ve sonra bir daha görünmedi. Işığın görünmesinden sonra geçen ilk üç dakika neredeyse nefes almadan beklemiştik. Uzakta hemen hemen kıyıya varmış gibi görünen teknelerin siluetini seçebiliyorduk. Az önce tugayın geri kalan personelini taşıyan yedi muhrip gemi savaş gemileri arasındaki boşluklardan sessizce kayıp gitmiş ve kıyıya doğru yol alan tekneleri takip etmişti.
Saat 4.53’te aniden sahilden şiddetli bir yaylım ateş geldiğini duyduk ve anladık ki adamlarımız en sonunda düşmanla karşı karşıya gelmişti. Bu yoğun ateş sadece bir kaç dakika sürdü ve belli belirsiz duyabildiğimiz Britanyalıların sevinç çığlıklarının arasında boğuldu. O seslerin her salisesi ne kadar rahatlatıcı ve büyüleyiciydi! Sanki bize ilk mevziinin alındığını ve sahilde sağlam bir dayanak oluşturulduğunu anlatan bir mesaj gibiydi.
Saat 5.03’te ateş yoğunlaştı ve duyduğumuz seslerden adamlarımızın ateşe başladığını anlayabiliyorduk. Bu yoğun ateş saat 5.28’e kadar sürdü ve yavaş yavaş bir dereceye kadar azaldı. Ortalık gittikçe aydınlanıyor olmasına rağmen, gemide bulunan bizler neler olduğunu bilemiyorduk çünkü yönümüz hemen hemen denize sıfır mesafedeki dağların ardından yavaş yavaş doğan güneşe doğruydu.( dawn service) ve bir de hafif sis vardı. Saat 5.26’da kıç taraftan bazı nakliye gemilerinin gelmekte olduğunu, gövdelerinin kıyıya yaklaştıkça büyüdüğünü gördük. Bu gemiler geriye kalan Avustralya ve Yeni Zelandalıları getiriyordu.
İlk güvenilir bilgiler teknelerimizin geri gelmesiyle ulaşmaya başladı. Buharlı uskunalardan birisi güvertesinde boylu boyunca uzanmış iki kişi ve yanlarında rengi solgun ama neşeli görünen ve gemiye doğru el sallayan ufak tefek bir kişiyle yanaştı. Uskunadakiler daha 16 yaşında olan ve karnından vurulmuş olan ancak yarasını yerine getirilmiş bir görev, sanki sahilde muhteşem bir tatilin sonucu olarak görmekteydi. Diğerleri ise bir baş ateşçi ile küçük zabit olup o filikalarda tam çıkarma esnasında açılan ilk ateş sırasında yaralanmışlardı.
O ilk şiddetli dakikalarda neler olduğunu onlardan öğrendik. Hemen sahilde mevzi almış olan bir grup Türk tüfekler ve bir maksim makineliyle korkunç bir yaylım ateş başlattıklarında tüm uskunalar sahile hemen hemen varmışlardı. Rastlantı eseri mermilerin çoğu yüksek kalmış ancak yine de 40-50 tanesi bir filikada tıkış tıkış oturan askerlerin birçoğu vurulmuştu.
Sıkıntılı dakikalar geçiriliyordu ama Avustralyalı gönüllüler bu işin de üstesinden geldiler. Sahile çıkmak için ne bir emir beklediler ne de filikaların sahile tam olarak yanaşmasını, denize atlayarak sığ suda sahile yürüdüler, bir çeşit kaba hat oluşturarak, doğrudan düşman tüfeklerinin parıldayan ateşine koştular. Şarjörleri bile takılmamıştı. Ellerinde soğuk çelikle saldırdılar ve sanırım en son Haçlı Seferlerinden beridir ilk defa bir Osmanlı Türkü Anglo Sakson süngüsünü 25 Nisan sabahı saat 5’te tattı demekle doğruyu söylediğime inanıyorum. Her şey bir dakika içinde olup bitmişti. İlk mevzideki Türkler ya süngülenmişler ya da kaçmışlardı ve bir maksim makineli ele geçmişti.
Sonrasında ise Avustralyalılar kendilerini denize neredeyse dik inen, sık ağaçlı makiliklerle kaplı, yumuşak kaya kütlelerinin önünde buldular. Kayalıkların zirvesine doğru hemen orta kısımlarda düşmanın ikinci bir mevzi hattı vardı ve buradan aşağıda bulunan askerlerin ve ikinci çıkarma grubunu getirmek için geri dönen teknelerin üzerine korkunç bir ateş yağdırıyorlardı.
İşte karanlıkta zapt edilmesi gereken bir mesele vardı; ama bu koloni askerleri her şeyden önce çok pratikler ve bu meseleyi de pratik biçimde çözümlemeye giriştiler. Önce kendilerini toparlamak ve hiç bir askerin saldırı sırasında üzerinde tutmamamsı gereken sırt çantalarını bırakmak için bir kaç dakika beklediler ve şarjörlerini taktılar. Bu atletik yapılı ırk düşmanın ateşine karşılık vermeksizin falezlere tırmanmaya giriştiler. Birçok asker kaybettiler ancak kaygılanmadılar ve çeyrek saat gibi bir zaman içerisinde Türkler ikinci mevziden de atılmış, ya süngülenmiş ya da artlarına bakmadan kaçmışlardı.
ÜÇÜNCÜ TELGRAF.
Çanakkale, 26 Nisan.
Daha evvel tarif ettiğim olayları takiben, hava gittikçe aydınlanmaya başladı ve bulunduğumuz London gemisinden sahilde neler olup bittiğini görebiliyorduk. Bu aşamada filikaların asıl çıkarma yapılması planlanan noktaya değil de Gaba tepenin biraz daha kuzeyine, kayalıkların denize dik indiği bir başka noktaya çıktıkları anlaşıldı. Aslına bakarsanız bu hata tanrının gizli bir lütfüydü çünkü düşman piyadesinin yukarıdan ateş etmek için pozisyon alacağı bir şev yoktu ve çok sayıda uçurum, sırt ve zemindeki çukurluklar kırk elli metrelik sahili geçtikleri anda sağlam siperler oluşturuyordu.
Çıkarmanın yapıldığı yerin hemen üzerinde bulunan sırt Gaba tepeden Kuzeye doğru uzanıyor ve deniz seviyesinden 950 feet yüksekliği bulunan Koca Çimen tepe zirvesiyle birleşiyor. Bu topografya tepeler, vadiler, uçurumlar ve sarp kayalıklardan meydana gelmiş, tüm Gelibolu yarımadasını kat eden ve dar boğazın üst kısmında Bassi Liman Körfezine uzanan karmaşık bir üçgenin bir parçasını oluşturuyor. Bu üçgen Bokalı deresi denilen bir akarsuyun aktığı vadi tarafından ikiye ayrılmış.
Gerçekten zorlu ve ürkütücü bir arazi. Deniz tarafındaki dik yamaçlar çeşitli vadiler, uçurumlar ve birkaç yüz metre yüksekliğe varan kum tepeleri ve sırtlarla dolu. Zemin ya yer yer çıplak ve bir tür sarı renkli toprakla kaplı olup üzerine basıldığında parçalanıyor ya da yüksekliği 6 feete varan sık fundalıklarla kaplı.
Avustralyalı ve Yeni Zelandalıların çok yakında bedel ödeyerek öğrenecekleri üzere, aslen asimetrik savaş için ideal bir arazi. Bir yarda önünüzü görmek mümkün değil ve zemin o kadar bozuk ki düşman keskin nişancıları piyade hatlarının bir kaç yarda önünde, yerleri tespit edilemeden gizlenmekte zorluk çekmiyorlardı. Diğer taraftan, Avustralyalı ve Yeni Zelandalılar tepelerden tırmanmakta dayanıklılık göstermeyi gerektiren ve koloni gönüllülerinin çok gelişmiş bireyselliklerini sergilemek için olanak sağlayan bu tip bir savaşa uyum sağlayabileceklerini ispat ettiler. Bu tipte bir arazide düzenli bir saldırı organize etmek hemen hemen imkânsız çünkü subaylar ilerledikleri anda fundalıklarda hemen kaybolan adamlarını göremiyor.
Personeli muhrip gemilerden, römorklardan ve nakliye gemilerinden alıp sahile getiren teknelerde günün ilk saatlerinde ağır zayiat vardı. Hava aydınlanır aydınlanmaz, hemen her yerde gizlenmiş olan düşman keskin nişancıları tamamen teknelere odaklandılar. Daha sonra daha da yanaştılar. Uskunadan kopan en az üç filika kontrolsüz bir şekilde sahilden aşağı sürüklenmiş ve tüm mesafe boyunca içindekiler teker teker avlanmış ve zayiat vermişlerdi.
Görevleri günün erken saatlerinde kontrol edilmesi olanaksız olan korkunç ateş altında ileri geri gitmek olan Subayların, deniz asteğmenlerin ve sahil postasını oluşturan askerlerin tüm övgüye layık olduklarını söylemek gerek.
Hemen hemen sıfır mesafeden gelen ateş altında asker boşaltma işi mekanik bir biçimde devam ediyordu. İçi dolu filikaların uskunalardan, römorklardan ve muhrip gemilerden alarga edildiğini ve altı ya da sekiz kişilik denizci grupları tarafından sahile çekildiğini görüyordunuz. Filika sahile yanaştığı anda askerler fırlıyor ve kıyıdan 40 yarda kadar uzakta bulunan kayalıkların altına ulaşmak için iki büklüm vaziyette hızla siper almaya koşuyordu. Ancak, bu kez teknelerin kahraman mürettebatı fundalıklar ve kum tepeleri arasında gizlenmiş yüzlerce nişancının ateşi altında teknelerini açığa çekmek durumunda kalıyorlardı.
25 Nisan günü boyunca asker, mühimmat, erzak çıkarma işi işte bu koşullar altında yapılmak zorundaydı ancak kahraman denizciler en az kendileri kadar kahramanca sahilde savaşan yoldaşlarını bir kez olsun hayal kırıklığına uğratmadılar. Dartmouth’tan çıkıp hayatında ilk kez ateş hattına gelen en genç deniz asteğmenden komuta kademesindeki kıdemli subaylara kadar herkes görevini asil bir duruşla yaptı.
Hava aydınlandığında koruma gemileri ikincil silahlarıyla ateş açarak kıyıdaki askerleri desteklemeye soyunmuştu ancak, bu aşamada düşmanın pozisyonu bilinmediği için verilen destek gerçek destekten çok moral desteği sağlamaktaydı. Güneş tamamen doğup sis perdesi ortadan kalkınca Avustralyalıların tepeye yerleştiklerini ve tepeden kuzeye doğru ilerlemeye çalıştıklarını gördük. Saat 8.45 sıralarında tepelerden açılan ateş yoğunlaştı ve yarım saat kadar sürdü. Daha sonra yavaş yavaş kesildi ve takiben yeniden başladı. Kısa süre sonra başlayan yoğun ateş günün geri kalanında kesintisiz olarak devam etti. Savaş o kadar karmaşıklaşmış ve bir o kadar inişli çıkışlı alanda yapılmaktaydı ki 25 Nisan sabahı ve öğleden sonrası tam olarak neler olduğunu takip etmek çok zordu. Koruma gücüne tesis edilen rol bir noktaya kadar muhteşem bir şekilde devam etti ve tepe zirvesinde kesin mevzi alınmış, bu yolla da, durmaksızın süren keskin nişancı ateşi hariç, indirme gücünün geri kalan kısmının kesintisiz çıkarma yapması sağlanmıştı.
Ancak, kanı kaynayan Avustralyalılar siper güçlendirmek ve gelişmeleri beklemek yerine kuzeye ve doğuya doğru iç kısımlara hamle yapıp süngü gücüyle çarpışacak düşman askeri arıyordu. Arazi o kadar engebeli ve tam olarak tanımlanmamıştı ki, siper kazacak bir yer tespit etmek çok zordu, özellikle de birlikler tam bir alanı temizlediklerini düşünürken her yönden keskin nişancı ateşine maruz kalıyorlardı. Böyle olunca da ilerlemeye devam etmeyi tercih ediyorlardı.
Özellikle tam olarak nereden saldırı geleceği bilinmediği ve askerlerin savaş gemilerinden açılan ateşe hedef olabilecekleri bir durumda herhangi bir uzun plajı hiç bir güç savunamaz. Böyle olunca, Türkler plajı kontrol altında tutmak için göreceli olarak az bir kuvvete gereksinim duymaktaydı ve iç kısımlardan takviye kuvvet beklerken arazinin engebeli olması ve ilerlemeyi geciktiren keskin nişancılara güveniyordu. Arazinin derinliğine girmeyi başaran bazı Avustralyalılar karşı saldırıya maruz kalmış ve takviye kuvvetler tarafından neredeyse abluka altına alınacakları anda epey zayiat vererek geri çekilmişlerdi.
O aşamada karşı saldırı sırası Türklere gelmiş ve tüm öğle sonrası bu saldırıyı sürdürdüler. Ancak Avustralyalılar ana tepeden bir adım bile geri adım atmayıp, taşıma sandallarından yeni askerler indikçe takviye almaktaydılar. Fakat düşman topçu ateşi durumlarını zora sokuyordu. Hava aydınlanır aydınlanmaz Türkler Gaba tepede bulunan iki sahra topuyla ve kuzeyde bulunan iki topla plajı baraj ateşine tutuyorlardı. Bu ölümcül şarapnel ateşi durmaksızın sürüyordu. Savaş gemileri ikincil silahlarıyla çaresiz bir şekilde bu topları susturmaya çalışıyordu. Bir kaç saat süresince topların tam yeri tespit edilememişti ya da o kadar iyi korunmuşlardı ki atılan mermilerimiz zarar vermiyordu. Gün içerisinde oluşan ağır zayiatın çoğu Avustralyalı ve yeni Zelandalıların yerleştikleri plaj ve tepeye yoğun top ateşi nedeniyle verilmişti.
Günün ilerleyen saatlerinde Kuzeydeki iki top susturulmuş ya da artık plajı yoğun bombardımana tutamayacakları güvenli bir mesafeye yer değiştirmeye zorlanmışlardı. Ve kıyıya çok yanaşan bir kruvazör Gaba tepeyi öyle yoğun bir ateş altına aldı ki orada bulunan toplarda susturuldu ve o zamandan beri karşı ateş açmıyorlar.
Düşman akşam karanlığı basarken ihtiyat kuvvetleri gelince saldırıları gittikçe yoğunlaşmaya başladı ve gemilerden açılan ateşin zarar veremeyeceği mesafede iç kısımlardan topçu desteği almaktaydı. Avustralyalı ve yeni Zelandalılar üzerindeki baskı gittikçe artmakta idi ve tuttukları hat gece boyunca daralmıştı. General Birwood ve kurmayları öğle sonrası kıyıya çıkarak tüm enerjilerini pozisyonu tutmaya ve ertesi güne kadar burada dayanmaya harcadılar; sabah olunca sahra toplarını yerleştirip düşman ateşine karşı koymayı umuyorlardı.
Atılan her merminin, içecek suyun ve sair tüm malzemenin dar bir plaja çıkarıldığı ve buradan yolu olmayan tepelere, vadilere ve ateş hattından bir kaç feet yükseklikte sarp kayalıklara taşınılması gerektiği göz önünde bulundurulunca, karşı karşıya bulunulan tehlikenin büyüklüğü daha iyi anlaşılacaktır. Çok dar bir alana yoğunlaşmış, karşı saldırı yapamayan bu askerlerin tamamı hiç durmadan ve bıkmadan süren, arazinin her metresini hallaç pamuğu gibi atan şarapnel ateşine maruz kalmaktaydı ve şanslıyız ki açılan ateşin çoğu tam hedeflenmemişti ya da çok yüksekte patlamaktaydı. İhtiyat kuvvetleri yol yapmakta ve tepelere ikmal malzemesi taşımakla ve daha fazla mühimmat isteklerine cevap vermekle meşguldüler.
Yaralıları kıyıdan almak da ciddi bir problemdi çünkü onları orada tutabilecek olanak yoktu. Aksayarak da olsa plaja inemeyenler sedyelerle tepelerden indiriliyor, kabataslak yaraları sarılıyor ve kayıklara taşınıyorlardı. Tüm gün boyunca kayık ve plaj ekipleri yaralı taşımaya devam ettiler.
Bu yaralı Avustralyalıların cesareti hiç bir zaman unutulmayacak. Yaraları öylesine sarılan, trollere, kayıklara, gemi tahlisiye sandallarına bindirilen bu askerler gemilere çekiliyordu. Bazı sandallarda durumu ölümcül olan askerler yığılıydı. Savaş gemisinin yanından geçerken kayıklarda bulunanlardan bazıları bu geminin daha bu sabah indikleri gemi olduğunu anlıyor ve çektikleri acılara ve rahatsızlıklara rağmen sevinç çığlıkları atıyor, onlara ise kulakları sağır edercesine mürettebat çığlıkları karşılık veriyordu.
Aslına bakarsanız şahsen ben bu yaralı Avustralyalıları daha evvel muharebede görmemiştim çünkü savaş gemileri arasından çekilirken ve kendilerine yer ayarlanmaya çalışılırken, bazıları param parça halde ve yaşama şansı bile yok iken, neşe çığlıkları gece boyunca sürmekteydi ve acı çeken bu insan kalabalığının içinde gemi mürettebatını selamlayan kollar görebilirdiniz. Mutluydular, çünkü ilk kez bir savaş deneyimi yaşamışlardı ve hiç bir eksik yanları olduğu söylenemezdi. Tepeleri ele geçirmeleri ve tutmaları söylenmişti ve onlarda yoğun ateş altında, kıyıdan bir topun moral ya da gerçek desteği olmaksızın ve becerikli liderlere sahip cesur bir düşmanın karşı saldırılarına maruz kalarak, mağaralara, çalılıklara gizlenmiş olan keskin nişancılar emir verdiğini ya da birliğini atağa kaldırdığını gördükleri her subayı vurmaktayken on beş ölümcül saat süresince bunu başarmışlardı
Savaş sırasında, karanlıkta yapılan bu çıkarmaya, tepelere yapılan saldırı ve hepsinin de üzerinde tutulan noktalarda direniş ve taşıma gemilerinden takviye kuvvetlerinin yetişmesinin sağlanmasına benzeyen herhangi bir savaş başarısı hiç bir zaman olmamıştır.
DÖRDÜNCÜ TELGRAF.
Çanakkale, 27 Nisan
25 Nisan gecesi ve 26 Nisan sabahı boyunca sürekli bir çatışma vardı ve Türkler Avustralya ve Yeni Zelandalıları bulundukları mevzilerden atmak için sürekli saldırı yapıyorlardı. Koloni askerlerinin bir kısmı bir kaç kez mahalli olarak karşı saldırıya geçti ve Türklerin hiç bir zaman karşı duramayacağı süngü gücüyle düşmanı geri püskürttü.
26 Nisan sabahı düşmanın gece boyunca takviye kuvvet aldığı ve kuzey doğudan büyük bir saldırıya girişmeye hazırlandığı açıklık kazandı. Hareket sabah 9.30’da başladı. Bulunduğumuz gemilerden çok sayıda düşmanın tepe hatlarında sürünerek, gizlilik içerisinde hatlarımıza doğru ilerlediği ve sonra da hiç durmayan keskin nişancı ateşiyle birliklerimizi taciz etmeye çalıştığını görüyorduk. Düşman gece boyunca cepheye daha fazla top ta getirmişti ve tüm hattımızı bir kez daha şarapnel ateşiyle taradı.
Kesintisiz tüfek ve makineli tüfek ateşi gittikçe arttı. Ancak düşmanın topçu ateşiyle durumu istedikleri gibi idare etmesine izin verilmeyecekti. Yedi adet savaş gemisi kıyıya daha da yanaşırken, daha geride duran Queen Elizabeth gemisi sanki hepsinin koruyucusu pozisyonundaydı. Gemilerden her birisi hattın bir kısmını tutuyor ve işaret verildiğinde muhteşem bir şekilde karşı tepe ve vadileri bombardıman altına alıyorlardı.
Türk piyadesi saldırı için ilerledi. Queen Elizabeth gemisinden atılan, her birisi 20 bin mermi içeren 15 inç mermilerde dâhil olmak üzere 12 inç, 6 inç ve 12 pound top mermileri gibi her türden mermiyle karşılandılar.
Meydana gelen velvele, duman ve sarsıntı görmeden anlayamayacağınız bir seviyedeydi. Ön cephede bulunan tepeler sanki faal volkanlar gibiydi ve atılan normal mermiler toprağı yerinden havalandırıyor, kapkara dumanlara boğuyor iken şarapnel bombaları üst kısımda bembeyaz bir kubbe oluşturuyordu. Cephe hattımızın çevresinde bulunan savaş alanı, mesafeler bilindiğinden, gemilerimiz tarafından ayrı ayrı kontrol altında tutuluyordu ve isabet oranı muhteşemdi. Ancak, açılan ateşin çoğunluğu, bir gereksinim olması haliyle, doğrudan ateş değildi ve yeryüzü Türk için o kadar güzel bir siper sağlıyordu ki Türkler ilerlemelerine yiğitçe devam ederken topçuları plajı sadece şarapnel ateşi altında tutmakla kalmayıp, aslen kıyıya yanaşmış olan gemilerimize de ateş açarak geri çekilmelerini sağalamaya çabalıyorlardı ve daha iyi hedeflere ateş etmek yerine keskin nişancılar gemi güvertesinde bulunan subay ve erlere ateş açıyorlardı. Daha sonra güverteden birçok mermi çekirdeği topladık.
Bir Türk gemisi yarımadanın öbür tarafından ateş etmeye başladı. Triumph gemisi iki adet 2 inç mermiyi geminin hemen bir kaç metre ötesine düşürmeyi başardı ve bunun üzerine gemi boğazda daha güvenli bir alana çekilerek zaman zaman havaya ateş açtı ancak bunlardan hiçbirisi bu aşamada zarar vermedi.
Muharebenin en yoğun olduğu anda görüntü kasvetli, muhteşem ve eşsizdi. Ortalık pırıl pırıldı ve Sedd-ul-Bahire kadar tüm kıyıyı net bir şekilde görebiliyorduk. Birinci bölüğe ait üç savaş gemisi Aki Baba ve çevre tepelere ateş kusuyor, zirvelerini patlayan mermilerin dev dumanlarıyla sarıyordu. Bu bölüğü takip eden taşıma gemilerinin devasa siluetleri daha gerilerde hafif sisin arkasından görünmekteydi. Gaba tepenin hemen hemen karşısında kıyıya yakın bir kruvazör tepelerin eteklerini koruyor ve zaman zaman boğazın diğer tarafında ateş açıyordu. Avustralya ve Yeni Zelanda birliklerinin bulunduğu tepelerin karşısında gemilerden kesintisiz olarak ateş ediliyordu. Daha gerilerde, Türk gemilerinden ve durmadan ateş açan bir topçu bataryasından açılan top ateşinden korunmak üzere geri çekilmiş olan taşıma gemilerimiz bulunmakta.
Hepsinin de gerisinde, sekiz adet devasa 15 inç topları kıyıya doğrultulmuş olan Queen Elizabeth komutası altında bulunan filoyu hedef alan herhangi biri yapıyı anında yok edecekmiş gibi tehditkâr bir edayla duruyordu.
Kıyıda ise makineli tüfek ve piyade tüfeği ateşi kesintisiz sürüyordu ve zaman zaman Türkler saldırıya geçtiğinde tam bir fırtına haline geliyordu. Tepeler gemilerden atılan mermiler ve düşman mermilerinden dolayı alev alev yanıyor, sahilde ise asker yığınları siper sırasının kendisine gelmesini bekliyordu, sahil ekipleri durmaksızın iaşe, malzeme ve mühimmat indiriyordu.
Bu büyük saldırı iki saat kadar sürdü ve bu süre içerisinde sahilden cesaret veren mesajlar aldık. "Yardımınıza teşekkürler. Toplarınız düşmana büyük kayıplar verdiriyor." Gerçekten de Türkler birçok gemiden ve siperlerdeki piyadeler tarafından aynı anda açılan bu yoğun ateş altında çok zayiat vermiş olmalılar.
Bir anda süngü parıltıları ve koloni askerlerinin saldırıya geçmeleriyle son gelmişti ve Türkler süngü hücumunun başlamasından hemen önce bozguna uğrayıp gemilerden gelen yaylım ateş ateş altında kaçtılar. Hayal kırıklığına uğramış bir halde ancak yenilmeden geriye çekildiler ve fakat günün geri kalan kısmında herhangi bir ağır saldırıda bulunmadılar. Koloni askerleri münferit alanlarda karşı saldırıya geçerek zemin kazandılar ki bu da mevzilerini genişletip daha da yerleşmelerini sağladı.
Türkler şarapnel atışlarına gün boyu durmaksızın devam ettiler anca koloni askerleri bu aşamada siperlerini kazmış ve koruma altındaydılar. Bu arada da ihtiyat askerleri de yamaçlarda korunaklı siperler ve barınaklar kazmışlardı.
Türklerin topçu ateşi nedeniyle morallerinin bozulduğunu ve Almanların Türkleri ileri saldırıya geçirmekte zorlandıklarını söyleyen bir subay da dâhil olmak üzere bazı esirler alınmıştı. Bizler siperlerimize gömüşmüş vaziyetteyiz ve sanırım onlar da aynı şeyi yapacaklardır ve böylece burada muhasara savaşının bir tekrarını göreceğiz.
BEŞİNCİ TELGRAF.
Çanakkale, 30 Nisan.
Avustralya ve Yeni Zelandalılar Gaba tepe kuzeyinde tüm dezavantaja rağmen kahramanca savaşmaktayken, Britanya askerleri Gelibolu yarımadasının güney ucunda buna eşit bir kahramanlıkla taçlanmışlardı. Bu aşamada kesin bir mevzi tutulmuştur. Tutulan hat tüm yarımadanın güney ucundan uzanmakta olup her iki kant da savaş gemilerinin ateşi ile korunmaktadır. Ordu düşmanın ateşinden korunaklı birçok çıkarma sahasını elinde tutmaktadır.
Britanya askerleri tarafından güneyde karşılaşılan problemler Avustralyalıların daha kuzeyde çözdüğü problemlere benzer. Burada falezler yüksek değil ve düzensiz ancak su seviyesinden 50 feet yüksekliğe varıyor ve aralıklarla plajlar var. Bu plajlardan beş tanesi gemilerin koruması altında çıkarma yapmak için seçilmiştir. Türk siperlerinin kullanılmaz hale getirileceği, siperleri çevreleyen dikenli tellerin gemilerden açılan ateşle dağıtılacağı umulmuştu ancak bu beklentiler gerçekleşmedi.
Örneğin, Gaba Tepe ve Gözcü baba tepesi arasındaki çıkarma alanı tüm gün boyunca süren bir çabaya sahne olmuştur. Türklerin dikenli tel çevrili mevzileri dağıtılamamış, keskin nişancılar ise plajı kontrol altında tutmuşlardır. Saatler süren bombardımandan sonra askerler gün ağarırken sahile çıkarılabilmişlerdir. Çıkarma gücünün bir kısmı yamaçlara tırmanarak falez kenarlarında güvenilmez noktaları tutmuşlardır. Ancak, kıyıya yanaşan kayıklar sık yayılmış dikenli tel yumaklarıyla karşı karşıya kalmışlar ve korkunç bir çapraz ateşe maruz kalmışlardır. Dikenli telleri kesmek için inanılmaz bir çaba sarf edilmiş ancak buraya çıkarılan askerlerin hemen hepsi vurulmuştur. Daha sonra falezlerde bulunan askerler Türkleri geri püskürtmeyi ve plajı temizlemeyi başarmışlardır.
Ancak, tüm çıkarmalar içinde en korkuncu Gözcü baba tepesi (Cape Helles) ve Seddul Bahir arasındaki plaja yapılan çıkartmadır. Burada, bölünmüş olan vadi her iki tarafında tepecikler olmak üzere coğrafyanın derinliğine doğru açılmakta olup tepelerde, toplarımız tarafından bertaraf edilene kadar, boğaz girişini koruyan sağlam kaleler bulunmaktaydı. Toplar ve tabyalar yerle bir edilmesine rağmen, korunaklar ve mühimmat odalarına bir şey olmamış ve geriye çekilirken yarım ay biçiminin her tarafından geri çekilme anında müthiş bir siper ağı ve engel oluşturmuştur. Türkler Gözcü baba tarafında (Cape Helles) pompom topları yerleştirmişler ve her zamanki gibi keskin nişancıları her tarafı sarmıştı. Kıyı ve vadi de aynı şekilde siper ve dikenli tellerle korunmakta ve pozisyonu geçilmez hale getirmekteydi.
Yerinde verilmiş kararlardan bir tanesi asker dolu bir geminin bilinçli olarak karaya oturtulması ve böylece askerlerin açık sandallarda getirilirken maruz kaldıkları tehlikenin önlenip güvenle çıkarma yapmalarını sağlamaktı. Geminin yan taraflarına devasa kapılar açılmış, askerlerin hızla boşaltılmasına olanak sağlanmıştı ve askerler çıkarma yaparken kıyıyı taramak üzere maksim makineli tüfeklerle donatılmıştı. Ancak, geminin amaçlanan noktadan daha doğuya çıkması nedeniyle, çıkarmanın yapılması için bir mavna getirilmesi zorunlu olmuştu. Türkler dört dörtlük bir tüfek, maksim makineli tüfek ve pompom topu ile mavnaya binmeye çalışan 200 askerin üzerine ateş yağdırdılar. Bir korunak bulana kadar sadece bir kaç tanesi yaşadı. Bu durumda çıkarma ki kesin ölüm anlamına gelmekteydi, sabahın daha sonraki saatlerine ertelendi ancak bu deneme de başarısızlıkla sonuçlandı.
Daha sonra, balık istifi 2000 askeri ve köprüde güvende olan subayları taşıyan gemi tüm gün boyunca, muhafazalı bordasına kurşun yağmuru altında yatarken, Albion, Cornwallis ve Queen Elizabeth savaş gemileri Seddül bahir ve çevre tepeleri korkunç bir bombardımana tuttular. Bu arada Asya tarafında bulunan Türkler sahilde yatan ve sadece boğazda bulunan gemilerin korumasındaki gemiyi howitzer ateşiyle bertaraf etmeye çabaladılar. Korum a altında olmasına rağmen gemi dört adet büyük mermi ile vurulmuştu ve gece olana kadar herhangi bir hareket yapılmaması kararı alınmıştı. Gece olduğunda ise askerler herhangi bir direniş görmeden kıyıya çıkmışlardı. Türklerin direniş göstermeyişi belki de diğer plajlara çıkan birliklerin Türk mevzilerine girip yok etmesinden kaynaklanıyordu.
ÜÇÜNCÜ HAFTANIN SONUNDA.
[THE NEW YORK TIMES gazetesine özel telgraf.]
IMROZ, (Türkiye, Dedeağaç üzerinden) Mayıs 15, (The London Daily Chronicle gazetesine dağıtım.)— Çanakkale’deki operasyonlar sadece üç haftadır tüm hızıyla devam ediyor ve savaşın yapıldığı, yapılmakta olduğu geniş alana bu dağın zirvesinden bakıldığında bu sürede kaydedilen maddi gelişme gözler önüne seriliyor.
Bu gözlem noktasından gözler önüne serilen büyüleyici ve kendine özgü görüntüye ilk baktığımda gerçekten muhteşem bir sahaya bakıyordum. Boğaz girişinde bir taşıma gemisi filosu duruyor ve Gaba Tepe kuzeyinde savaş gemileri Çanakkale girişini top ateşine tutuyordu. Yarımadanın batı kıyılarında bir kaç noktada kıyıda şiddetli muharebelerin sürdüğü görülüyordu. Savaşın ağır bulutları her yana çökmüş, silahların namlusundan çıkan ateşle belli belirsiz aydınlanmaktaydı. Zaman zaman mahşeri gürültü artıyor, gece ve gündüz durmaksızın sürüyordu. Sütunlar halinde yükselen duman bulutları kalelerin düşüşünü simgeliyor ve yavaş yavaş toplarımızdan çıkan beyaz dumanlar kıyıdan başlayarak yarımadanın sahilleri boyunca ve Gaba tepeden iç kısımlara doğru bir trenin vagonları gibi ardı ardına ilerliyordu. Uçaklar ve zeplinler sürekli olarak hareket halindeydi. Destroyerler ve devasa taşıma gemileri denizi kabartıyor, denizaltılar bu masmavi okyanusta belli belirsiz iz bırakıyordu. Bu görüntü en renkli ve korkun haliyle savaşın yüzüydü. Çünkü uzaktaki duman ve toz bulutlarının altında süre giden korkunç görüntüleri hayal etmek çok kolaydı. İşte bu zaman kadar görülmüş en güçlü haliyle savaşın görüntüsüydü.
Bugün görüntü garip bir şekilde değişti. Taşıma gemilerinin hemen tamamı yarımadanın batı kısmına gittiler. Ancak, birkaç savaş gemisi sanki nöbet beklercesine yerinde kaldı. Tam karşıda bulunan alandaki direniş tamamen kırılmış durumda. Önümüzdeki tepenin ardından yükselen dumanlar savaş gemilerimizin Kilit bahire kadar ilerlediğinin göstergesi iken bir kaç emi ise boğaz girişinde yatmakta. İç kısımlardan Asya yakası bombalanıyor ama görüntüdeki şiirsellik yok oldu. Bu değişiklik zafere doğru ilerlemeyi gösteriyor. Türk yavaş yavaş ama emin adımlarla geriye püskürtülüyor, cesurane bir şekilde ölüyor.
İki gün süren sisten sonra, Türklere Çarşamba ve Perşembe günü, kırk sekiz saat süren bir ateş kes bahşediliyor. Operasyonları görmek mümkün değil. Sis perdesinin arkasında kavga tüm şiddetiyle sürüyor, devasa toplar durmadan gürlüyor. Çarşamba gecesi özellikle faaller. Son üç haftada ara sıra gökyüzü top ateşlerinin aydınlığıyla parlıyor. Göründüğü kadarıyla ciddi işler yapıldı ya da yapılıyor. Perşembe öğle sonrasına kadar hava şartları duman bulutları arkasındaki savaşı görmemizi engelliyor ve söylediğim gibi, artık yabancı olmayan görüntü, yarımada sahillerinin açık denizde duran bir kaç taşıma gemisi ve yarım düzine kadar savaş gemisi hariç, gemilerden arınmış olması nedeniyle büyük oranda değişti.
Yarımadanın Gaba tepe ardındaki kısım anlaşıldığı kadarıyla düşmandan temizlenmiş. Savaşın ilk dalgası geçmiş. Perşembe günü toplarımızın tepelerden ateş kustuğunu görebildim, büyük ihtimalle kuzeydeki noktalara ya da boğazın öte yanına ateş ediliyordu. Daha da kuzeye baktığımda topçu birliklerimizin Maidos'un bu yanında yüksek tepelere konuşlanmış görünüyordu. Yarımadanın güney kısmında sihirli bir görüntü olmalı, bu kadar mesafeden bile üç hafta her gün süren bombardıman ve kurşunun yarattığı kargaşa açıkça görülebilmekte.
Yarımadanın burnu asker botları ve top mermileri altında kahverengi bir renge dönüştü. Krithia tamamen yıkılmış ve zavallı bir görüntü oluşturuyor ve Tree Hill gözün alabildiğine siperler ve bomba delikleriyle yaralanmış.
Perşembe günü en çok faaliyet yarımadanın fethedilen kısmının karşı kısmında kalan boğazda görüldü. Savaşın puslu görüntüsünün ardında sönük görünmekteydi ancak Müttefik toplarının ateşi ve Türklerin buna cevabı hiç bir zorlanmaya yer olmaksızın fark edilmekteydi. Bu havaya ek olarak, sahra toplarının boğuk gümbürtüsü, denizci toplarının yankılanan sesinden farklıydı ve makineli tüfeklerin tarrakası açıkça duyuluyordu.
Asya yakasındaki Erenköyden sol tarafa doğru uzanan sahillerde kara ve denizde zorlu bir savaş sürüyor ve görüldüğü kadarıyla o dağlık alanda yeterince sağlam mevzi edinmekteki zorluklar aşılmış. Görünen o ki düşman sıkı bir kavga veriyor ve zaman zaman bataryalarını kıyıya yanaştırmış olmalı.
Akşamın erken saatlerinde Türk topçuları Avrupa yakasında Morto Körfezi yakınlarına bir kaç mermi düşürmeyi başardılar. Kısa süre sonra iyi hedeflenmiş bir kaç mermiyle Tree Hill’in toprak ve kayalarını gökyüzüne dağıtmayı başardılar ancak düşmanın bu şekilde ilerlemesi sadece kısa zaman aralıklarıyla sürüyordu. Boğazda bulunan gemiler toplarını anında bu pervasız bataryalara döndürüyordu ve düşman tarafından yaratılan bu duraksamalar kısa sürüyordu. Güneşin batımına yakın bir savaş gemisinin Suvla Körfezi falezlerine iki top mermisi düşürdüğü görüldü.
Dün savaşın o koyu dumanı boğazın Asya yakasında bulunan tüm alanların üzerine çökmüştü. Taşıma gemilerinin hemen tamamı gitmiş, savaş gemilerinin çoğunluğu boğaz girişinde ve daha yukarıda Kilit bahir önlerinde mücadele ediyordu. Benim görebildiğim sadece bir savaş gemisi yarımadanın batı kısmından ateş açıyor, Krithia yakınlarında kıyıdan epey uzakta duruyordu. Görünen o ki Çanakkale'nin öte yanındaki düşmana uzun menzilli top atışı yapıyordu.
Dün karadaki faaliyetlerde de ilginç şeyler oluyordu. Öğle sonrası uzaklarda, Avustralyalıların bulunduğu Sarı Bayır’da çetin bir savaş verildiği görülebiliyordu ( yarımada burnunun 16 mil kuzeyi). Zaman zaman duman bulutları yarımadanın o kısmını gizlemekteydi. Zaman zaman duman bulutları dağıldığında yamaçların beyaz renkli patlamalarla dolduğu kolayca görülebiliyordu. Çoğu zaman, gri renkli fona karşın yoğun alevler topçuların başarısını muştulamaktaydı. Zaman zaman tüfek ateşi de duyulabiliyordu.
Tahmin ediyoruz ki o bölgede bulunan ve yarımadanın bir tarafından diğerine doğru ilerleyen güçlerimiz görevlerini tamamlamak üzeredir.
Anlattıklarımdan da anlaşılacağı üzere, sanırım operasyonların üç hafta önce başladığı tarihten bu yana epey ilerleme sağlandı. Boğazın öte yanında bu ülkenin dağlık ve çetin coğrafyasına bakıldığında, düşmanın savunma savaşı için ideal bir arazide olduğu aşikâr. Savaşın ana noktası bu bölgeymiş gibi görünüyor.
Türklerin kayıplarının 80,000 üzerinde olduğu ve 50,000 yaralının İstanbul’a gönderildiğini duyuyorum.




Doğan Şahin- Tercume- Canakkale 1915

No comments:

Post a Comment

Thank You...Teşekkürler