Total Pageviews

Wednesday 10 March 2010

FİDEL CASTRO DEVRİMİN 40. YILI KONUŞMASI TERCUMESİ

Devrimin Zaferi’nin 40. yılı olan 1 Ocak 1999 tarihinde Küba’nın Santiago şehrindeki Cespedes parkında yapılan ana kutlamalarında Küba Komünist Partisi Merkez Komitesi birinci sekreteri ve Eyalet konseyleri ve bakanlar kurulu başkanı Fidel Castro Ruz tarafından yapılan konuşmadır.

— Devlet Konseyi Tutanaklarının İngilizce çevirisinden Türkçeye çevrilmiştir.

Santiago Halkı:


Küba’nın her yerindeki yoldaşlarım:


. 1 Ocak 1959 gecesini hatırlamaya çalışıyorum; her şey sanki şimdi oluyormuş gibi o günleri yeniden yaşıyor, her detayı ve olan bitenleri gözümde canlandırabiliyorum. Kaderimizin 40 yıl sonra aynı yerde Santiago de Küba halkına yeniden konuşma nadir onurunu vermiş olması gerçekten inanılmaz.

O gün, günbatımında, baskıcı rejimin diktatörü olan şahsın ve diğer figürlerinin halk güçlerinin karşı koyulamayan zaferleri karşısında ülkeden kaçtıkları haberleri geldiğinde, bir kaç saniye boyunca, içimde garip bir boşluk hissetmiştim. O halde, nasıl olmuştu da 18 Aralık 1956 tarihinden başlamak üzere- birliklerimizin hemen yok olmasına neden olan o yenilgiden sonra- geçen 24 ay içerisinde 800.000 kişilik askeri güç, binlerce eğitimli subay, yüksek moral, çekici öncelikler, hiç bir şekilde sorgulanmayan yenilmezlik duygusu, kusursuz bilgi desteği ve ABD den gelmesi garanti olan lojistik destek karşısında tam tamına 7 adet tüfeği bulmuş ve inanılmaz bir zafer kazanmıştık... Sadece, muzaffer bir halkın kendilerine ait olduğunu ifade ettiği fikirler askeri ve politik bir zafer elde etmişti. Takibeden sonuçsuz denemeler ve sömürücü ve baskıcı bir rejimden geriye kalanları kurtarmaya yönelik gerçekdışı çabalar İsyancı Ordusu, işçiler ve kalan halk tarafından 24 saat içerisinde silinip süpürülmüştü.

Zafer anında üzerimize çöken geçici üzüntü yaşadığımız tecrübelerden geriye kalan bir eskiye özlem, direniş sırasında kaybettiğimiz yoldaşlarımızın akıllarımızdan çıkmayan hatıraları, o gerçekten zor ve izler bırakan yılların bizleri olduğumuzdan daha iyi hale getirmiş olduğunun hepten farkına varmamız ve bu tecrübeleri yaşamlarımızın en verimli ve yaratıcı tecrübeleri haline getirmemizdi. Savaşla geçen 761 gününün her birinde, kara ya da havadan her an saldırabilecek olan düşman karşısında sürekli olarak dikkat kesilmemiz gereken gergin yaşantılarımızı, dağlarımızı, köylerdeki yaşantılarımızı, vazgeçilmeyen ve yükümlü olduğumuz alışkanlıklarımızı terk etmek zorunda kalmıştık; o günler sağlıklı, saf ve zor, ancak fedakârlıklar ve insanların her insanda bulunan erdemlerinden birisi olan bir sebebe sonuna kadar kendilerini adamaları gibi yüce bir duygu ile dolu, tam olarak bencilliğinden sıyrılma ve altruism gibi davranışlar, kardeşten de öteye geçip en insancıl yönlerinin ortaya çıkmasını sağlayan tehlikeler karşısında ortak tavırlar alınmış olan günlerdi.

Düşman güçleri ve bizim aramızdaki devasa donanım ve güç farkı inanılmazı yapmaya zorladı bizi. Düşmanın hemen her askeri harekâtta anında kullanıma giren cephane, zırhlı araçlar ve özellikle de uçaklarına karşı sadece piyade tüfekleri ve kara mayınlarıyla savaşı kazandığımızı söylemek sanırım her şeyi yeterince açıklayacaktır.



Düşman operasyon timleri ve garnizonları abluka altına alınmış, destek güçleri ya yok edilmiş ya da yeterli donanım ve silah yokluğunda birçok yaşama mal olan direkt saldırı yerine, çemberi her gün daraltan keskin nişancıların sürekli ateşi altında, susuz ve aç bırakılarak teslim alınmıştı. Çarpışmalarda düşmanın elindeki piyade tüfekleri ve diğer otomatik veya yarı otomatik piyade silahlarını ele geçirdik ve zırhlı araçlarla piyadelere karşı kullandığımız patlayıcılar ise bazıları infilak etmeyen yoğun bombardımanlardan arta kalanlarla köhne imalathanelerde imal ettiğimiz mermilerdi. Her zaman başarıya ulaşmış olan düşmana hareket halinde iken saldırma taktiği temel faktördü. O güçleri dirençli siperlerinden ve genellikle yarılamayan pozisyonlarından çıkmaya zorlama sanatı komutanlığımızın en büyük becerilerinden birisi haline gelmişti. Dağlarda ve sıkı ormanlık alanlarda öğrendiklerimizi daha aşağıdaki düzlüklerde, asfalt yollarda, narenciye ve meyve bahçelerinin hatta bazen şeker kamışı tarlalarının siperliğinde silah ele geçirdikçe gittikçe güçlenen ancak her zaman için daha tecrübeli askerlerimizin komutasındaki yeni acemi birliklerimizi gizleyip, destek güçlerine sürpriz saldırılar yaparak uyguluyorduk. Aynı metot şehirlerdeki belirli bazı garnizonları izole etmek suretiyle oralarda da uygulanmaya başlandı.

İşte Palma Sorriano şehri bu şekilde ele geçirildi ve Santiago de Cuba şehrinde bulunan 5000 asker gücündeki garnizonun komutasının 1200 isyancı tarafından ele geçirilmesi bu şekilde planlanmıştı. Palma da ele geçirilen silahlardan 100 tanesi isyanın başlatılması amacıyla, sınırda bekleyen dört bataryanın şehri çembere almak için harekete geçmesinden beş gün önce, Santiago Körfezi üzerinden getirilmişti. Uygulanan planın net detaylarını burada anlatmıyorum. Sadece, dört düşman askerine bir adet isyancı askerin düştüğünü söylemekle yetineceğim. Hiç bir zaman için güçlerin bu şekilde dengelendiği bir başka şansımız olmadı.

Muharebe, Bayamo'dan bir kaç kilometre uzaklıktaki Guisa’da, asfalt bir yoldan ve düşmanın en iyi askerlerinin konuşlanmış olduğu ve ağır tanklar tarafından desteklenen o şehirde bulunan diğer rotalardan harekete geçmiş olan destek güçlerine karşı savaşacak olan 180 kişi tarafından başlatılmıştı. Guisa, saflarımızın ele geçirilen silahlar ve bir kısım destek ile güçlendiğini gördüğümüz, 11 günlük bir çarpışmadan sonra 30 Kasım 1958 de ele geçirildi.

Bu muhabere askerlerimizin edindiği eşsiz savaş kapasitesi ve kusursuz manevralarının bir başka örneğidir. Bundan beş ay önce, aynı yılın haziran ayında düşman Sierra Maestrodaki La Plata’da bulunan Genel Komutanlığa son ve bilindiği kadarıyla da yenilmez saldırısını başlatmıştı. Ancak bizler artık ne 2 Aralık 1956 tarihinde harekete geçen çekirgelerdik nede sayımız bu kadar çoktu. Savunmamız yaklaşık 170 kadar savaşçı yanı sıra düşman saldırısının stratejik hedefi olan 1.Ordu pozisyonlarına doğru i

İlerleme emri almış olan Che, Camilo, Ramiro ve Almedia tarafından komuta edilen sınırlı sayıda birliklerle başlatılmıştı. Böyle olunca, Kuzey Doğu dağlarında bulunan ve bizim cephemizi destekleyemeyecek kadar uzakta olan Raul komutasındaki 2. Doğu Cephesi birliklerimiz hariç tüm birliklerimiz bir araya gelmişti. Dört hafta kadar sonra toplam savaşçı sayımız 300 kadardı. Daha da ötesi, yüzlerce silahsız genç gönüllü Minas del Frio askeri okulunda eğitilmekteydi.



CAMILO VE CHE"NİN THE SIERRA DAN ESCAMBRAY"A YÜRÜYÜŞÜ



74 gün süren yoğun çatışmalardan sonra düşman safları ölümler, yaralanmalar ve esirler de dâhil olmak üzere 1000 kişi kayıp vermişti. 440'ın üzerinde esirimiz vardı ve bir kaç gün sonra Uluslararası Kızıl haç aracılığıyla bunları teslim ettik. Hatırladıklarımı yazdım. Tarihçiler belki de korunmakta olan bizim belgelerimiz ve daha sonra düşman arşivlerinde keşfedilen verilere dayanarak bu konuyu daha da detaylı olarak inceleyebileceklerdir. 500 kadar ordu silahının ele geçirildiğini ve bu arada da acemi askerlerimizin bunlarla silahlandırıldığını teyit edebilirim. Çarpışma biter bitmez sayısı 900 adamı geçmeyen silahlı isyancı birlikleri hiç zaman kaybetmeden, Frank Pais komutasındaki 2. Doğu Cephesinin tamamen kontrolü altında olan geniş doğu kısmı hariç, ordu tarafından kontrol altında tutulan iç kısımlara doğru ilerlemişti. O isyancı b

Birlikleri farklı yönlerden ilerleyip hemen geliştirilen yeni savaş cepheleri yaratıyorlardı. Ben ve bir kaç adam genel Komuta merkezinde kalmıştık. Bu operasyonlar devam ederken Che ve Camilo, kayıtlara bakmadan hatırladığım kadarıyla ilki 140 adamla olmak üzere, ikincisi ise 100 kadar adamla olmak üzere tarih kitaplarında birçoğunu görebileceğiniz en büyük kahramanlıklardan birisini ortaya koydular: Sierra Maestra'dan Escambray dağlık bölgesine kadar, tam bir kasırga öncesinde, sivrisinekler ve düşman askerlerinin işgali altında olan ve sürekli olarak havadan gözlemlenen bataklık alanlardan, herhangi bir rehber olmaksızın, yiyeceksiz ve onların yaptıkları uzun yürüyüş rotasında zayıf bir organizasyona sahip olan yeraltı hareketimizin lojistik desteği olmadan 400 kilometreden fazla ilerlemişlerdir.

Kuşatmalar, pusular, ardı ardına gelen kontaklar ve bombardıman arasından hedeflerine ulaşmışlardır. Düşman saldırısını söküp atan savaşçılara olan güvenimiz bu noktadaydı ve en önemlisi de onların kendilerine olan sonsuz güvenleri ve liderlerine olan bağlılıklarıydı. Onlar çelikten yapılmış savaşçılardı. Gençlere Che’nin "Devrimci Savaşın Aşamaları" adlı kitaplarında bulunan o eşsiz açıklamaları okumalarını, yeniden okumalarını tavsiye ederim.

Bugün, 1 Ocak tarihinde, 40. yıldönümünü kutladığımız bu şehre yeniden gelmek durumunda kalmama neden olan olayların tarihini tamamlamak amacıyla, elimde olmadan Sierra Maestra da yapılan muhaberelerimizin bu yansımalarını da verdikten sonra, 11 Kasım tarihinde La Plata’dan 30 kişilik silahlı bir birlik ve 1000 kişilik silahsız acemi ile yola çıktığımızı söylemek isterim.

O kahraman ve benliklerini hiçe saymış olan gençler, gerçek atış talimi yapacak bir tek mermi bile olmaması gerçeği de göz önüne alınırsa, silahlar değil de açlık, bombalar ve yokluk tecrübesi yaşamışlardır. Her taraftan, hevesle okulumuza aktılar ancak o dönemde sadece 10 kişiden bir tanesi o şartlara dayanabilecek güçteydi. Saflarımızı tazelediler, daha yaşlı savaşçılarımızdan daha cesaretliydiler. Gelenekler ve duydukları öykülerden esinlenerek, diğerlerinin bir kaç yıl içerisinde başardıkları şeyleri bir gün içerisinde başarmak istiyorlardı.

Yürüyüş süresince küçük isyancı grupları ve o zaman komutan olup Jigue muhaberesindeki yiğit ve değerli düşmanımız olan Quevedo’nun daha önceki silah arkadaşlarına karşı savaşmamak koşuluyla ikna ettiği, bizim saflarımıza katılan iki düşman mangasından alınan silahlarla güçlenen bu büyük kol savaş silahlarıyla donanımlı 180 kişilik öncü grubundan oluşmaktaydı. Çeşitli hareketlere tanık olan Guisa, Baire, Jiguani, Maffo ve Palma Soriano da ve ilerlememiz sürdükçe bize katılan diğer güçlerin desteğiyle, acemi askerlerimiz çarpışma hayallerinden daha fazlasıyla karşılaştılar. Donanımlı askerlerimizin ölüm, yaralanma ya da hastalık nedeniyle kayıp vermesini kısmi olarak hesaba katarak ve Palma'nın düşüşüyle ele geçirilen silahlarla beraber 700 silah ele geçmiş, altı hafta kadar öncesinde benimle beraber La Palma'dan ayrılmış olan tüm acemi askerler silahlandırılmış ve dikkate değer bir güç durumunda gelmişti. Sadece Palma da ele geçen silah sayısı 350'dir.

Minas del Frio okulumuzdaki gençleri cephe savaşçıları haline getirmemizde etkisi olan silahların sadece bizim kazandığımız zeferlerde elde edilmemiş olduğunu da eklemeliyim.

Aralık ayı ortalarında, benim düşünceme göre yurt dışından gelmiş olan silah yardımlarından en büyüğünü oluşturan, Venezuela halkı adına Koramiral Larrazabal ve Küba zaferinden bir kaç ay öncesinde yönetime geçmiş olan devrimci Cunta tarafından gönderilmiş 150 yarı otomatik tüfek ve benim için bir adet FAL otomatik tüfek de elimize geçmiş durumdaydı. Sizlerinde hayal edebileceği gibi, o silahlar hemen kullanıma girdi ve Jiguani, Maffo ve Palma muharebelerinde yer aldı.

O nedenle, Palma ve maffonun bizim kumandamız altına girmesiyle beraber, silahsız olan askerlerimizi donatmaya yetecek kadar silahtan daha fazlası vardı ve yukarıdaki bahsini ettiğim

100 kişilik grubu Santiago isyanına ve bir kısmını ise Mayari’de bulunan bataryanın geri çekilme yolunu kesme talimatıyla Belarmino Castillaya gönderebilmiştik.

Venezuela yardımından söz etmişken, devrimci direnişimiz sırasında yurt dışından hiç bir silah ya da cephane yardımı almamış olduğumuzu ve sadece duyduğum ya da hatırladığım kadarıyla istisnai Venezuela yardımının en büyük yardım olduğunu burada vurgulamam gerekiyor. Kendimizi silahlandırdığımız ve savaşı bunlarla kazandığımız malzemenin ve cephanenin %90'ından fazlası çarpışmalarda düşman güçlerinden ele geçirilmiştir. Bu malzeme sadece bir kaç bin silahtan oluşmaktaydı ancak kesin kural olarak, tamamı her zaman için cephede kullanılmıştı.

Sadece kısmen hatırlayabildiğim olaylar henüz sona eren geçmiş yıl içerisinde anılmıştır.

Ülkenin kesin olarak bağımsızlığa kavuşmasını olası kılmak için ölmüş olan, dağlarda, düzlüklerde ve şehirlerde destan yazanların tamamına; yeraltı gerillaları ve savaşçılarına; zaferden sonra diğer şerefli görevlerde ölenlere ve hak, bağımsızlık ve halklarının refahı için gençliklerini hiç düşünmeden harcayanlara; ölmüş ve hala yaşamakta olanlara o ölümsüz kahramanlara şan olsun, sonsuza kadar saygı ve minnet duyulacaklardır çünkü eğer o 26 Temmuz 1953'te başlayıp beş yıl, beş ay beş gün süre sonunda elde edilen zafer günü 1 Ocak olarak kabul edilirse- aynı çıkış noktası temel alınarak- bu yıl dönümünde 45 yıl, beş ay, beş gündür sürmekte olan kahramanca ve gıpta edilecek bir direnişten bahsetmek doğru olacaktır.

-ALKIŞLAR-



GENÇ NESİLLER İÇİN DEVRİM HENÜZ BAŞLAMIŞTIR.



Günümüzde bile, genç nesiller için devrim henüz başlamıştır. Eğer onlar için konuşmazsam böyle bir günün hiç bir anlamı olmayacaktır. Bugün Burada bulunan bulunanlar kimlerdir?

Burada bulunanların büyük çoğunluğu o zamanın erkek kadın ve gençleri değillerdir. Bu gün hitap ettiğim insanlar o 1 Ocak günündeki insanlar değildir. Ayni kadın ve erkekler değillerdir. Bugün önlerinde konuştuğum insanlar farklı insanlar olmakla beraber ölümsüz insanlardır

- ALKIŞLAR-.

Ülkenin hâlihazırdaki 11.142.700 kişilik nüfusunu oluşturan insanların 7.190.400 kişisi henüz doğmamış, 1.359.698 i on yaş altında idi; o zamanlarda yaşı 50 olanlar bugün 90 yaşlarındadır ve büyük çoğunluğu ölmüş olup bu yaşı geçenler de günden güne azalmaktadır.

O yurtseverlerden %30 okuma ve yazma bilmiyordu ve inanıyorum ki %60' ı hiç bir zaman altıncı sınıfa gelememişti. Sadece bir kaç düzine teknik kolej ve lise vardı ve bunların birçoğu sıradan halkın ulaşamayacağı yerlerdeydi. aynı şey üç adet öğretmen okulu ve biri özel dört üniversite için geçerliydi. Profesör ve öğretmen sayısı 22.000 idi. Büyük olasılıkla, yetişkinlerden %5i, yani 250.000 kişi, altıncı sınıftan yükseğini okuyabilmişti.

Hatırlayabildiğim bazı istatistikler var.

Günümüzde daha iyi eğitilmiş öğretmenler ve çalışan profesörlerin sayısı 250 binin üzerinde, doktorların sayısı 64.000, üniversite mezunlarının sayısı 600.000 dır. Cehalet ortadan kaldırılmıştır ve 6. sınıftan mezun olmamış insan bulmak hemen olanaksızıdır. Eğitim 9.sınıfa kadar zorunludur; bu seviyeye kadar okumuş olan herkesin ücretsiz olarak lise seviyesi eğitimine devam etme hakkı vardır. Tam ve detaylı veriler üzerinde konuşmanın anlamı yok. Hiç kimsenin aksini iddia etmeye cesaret edemeyeceği gerçekler vardır. Övünerek söylüyorum ki günümüzde dünyanın hiç bir yerinde nüfus yoğunluğuna oranla öğretmen, doktor, beden eğitimi ve spor antrenörü bizden fazla olan bir başka ülke yoktur ve üçüncü dünya ülkeleri arasında çocuk ölümleri ve doğumda ölüm vakaları en düşük olan ülkeyiz.

Ancak, bunlardan ve diğer birçok sosyal başarılarımızdan söz etmek istemiyorum. Bunlardan çok daha önemli olan şeyler vardır. Yadsınamaz olan tek gerçek vardır ki o da günümüz insanı ile dünün insanı arasında karşılaştırma yapmanın olanaksızlığıdır.

Cahil ya da yarı cahil olup son derece düşük politik bilince sahip dünün insanı Devrimi yapabilecek, ülkeyi savunabilecek ve takiben de eşi bulunmaz bir politik bilinç edinip bu yarı kürede ve dünyada eşi benzeri bulunmayan bir devrim sürecini başlatacak bir yeteneğe sahipti. Bunları herhangi bir aptalca şoven duygunun etkisiyle ya da kendimizin başkalarından daha iyi olduğu anlamsız davranışın etkisiyle söylemiyorum; bunları söylüyorum çünkü kader ya da olacakların etkisiyle, 1 Ocak tarihinde başlamış olan Devrim dünyanın herhangi bir yerinde oluşan herhangi bir devrim sürecinin yüz yüze kaldığı yargılardan en ağırına maruz bırakılmıştır.

Dünün ve bugünün kahraman insanları, ölümsüz halkımızın, üç neslin katkılarıyla 40 yıldır süregelen saldırılar, ambargolar ve dünya yüzeyinde yaşamış en azılı emperyalist güç tarafından uygulanan ekonomik, politik ve ideolojik savaşa karşı direnmişlerdir. Zafer, yurtsever ve devrimci kararlılığın olağanüstü destanı bu özel süreç içersinde, batının tam ortasında yapayalnız ve ABD den sadece 90 mil uzaklıkta bırakılmış ve yolumuza devam etmeye karar vermiş iken yazılmıştır.



İNSANLIĞIN KENDİSİNDEN DAHA ÖNEMLİ BİR BAŞKA NEDEN YOKTUR



Bizim insanlarımız diğer insanlardan daha üstün değildir. Tarihsel büyüklüklerinin tek gerçek nedeni sadece denenmiş olmaları ve bunlara karşı direnebilmiş olmalarıdır. Temelde büyük insanlar olmayıp sadece kendilerini büyük yapabilmiş insanlar olup bunu yapabilme kapasitesi savunduğu nedenlerin doğruluğundan ve fikirlerin büyüklüğündendir. Buna benzer bir başka neden yoktur ve hiç bir zaman olmamıştır. Günümüzde bu sadece bencilce bir ulusal nedeni savunmaktan çıkmıştır; günümüzün dünyasında tamamen ulusal çıkarlara dayanan bir neden kendi içinde büyük sayılamaz; DÜNYAMIZ, KENDİ GELİŞİMİ ve TARİHSEL EVRİMİ sonucunda hızlı, engellenemez ve geri dönüştürülemez bir şekilde küreselleşmektedir. Ulusal ve Kültürel kimliklerden ve hatta her bir ülkenin geçerli çıkarlarından vaz geçmedikten sonra, hiç bir neden küresel nedenlerden, yani insanlığın kendisinden daha önemli olamaz.

Bunun yanı sıra, 1 Ocak 1959 da başlamış olan mücadelenin diğer halklarla beraber tüm insanlığın kaçınılmaz mücadelesi haline dönüşmüş olması günümüz ve dünün insanının hatası ya da başarısı değildir. Bırakın küçük ya da orta büyüklükteki ülkeleri, ne kadar büyük ya da zengin olursa olsun hiç bir ülke problemlerini kendi başına çözemez. Sadece görüşleri kısıtlı olanlar, politik görüşleri kısıtlı ya da dar olanlar veya insanlığın kaderine karşı ilgi ve duyarlılıklardan yoksun olanlar bu gerçekliği yadsıyacaklardır.

Ancak, insanlığın problemlerinin çözümü kendileri için cennet anlamına gelen şeylerin başkaları için cehennem, gerçek ve kaçınılmaz bir cehennem anlamına gelmesine rağmen, kendileri dışında hiç bir şeyi kavrayamayanların, dünyayı yöneten ve sömürenlerin iyi niyetlerine dayandırılamaz.

Gezegenimizi idare eden ekonomik düzen kaçınılmaz olarak düşecektir. Bir Matematik sınavını geçebilecek kadar toplama çıkarma ve bölme bilen bir ilkokul öğrencisi bile bunu anlayabilir.

Birçokları bu konulardan bahsedenleri şüpheci olarak nitelendirme çocuk kolaycılığını tercih etmekte. Hatta Mars veya Ayda da koloni kurmayı bile hayal edenler var. Hayal kurdukları için onları suçlayamam. Belki bunu başarırlarsa ve eğer yerküremize karşı o acımasız ve vahşice saldırılar durdurulmazsa oralar bazıları için sığınacakları bir yer olacaktır.

Var olan sistem sürdürülemez çünkü toplum ve doğayı yıkıma uğratan ve zarar veren kör ve kargaşa yaratan yasalara dayandırılmaktadır.

Neoliberal küreselleşmenin teorisyenleri, o sistemin en iyi akademisyenleri, sözcüleri ve savunucuları emin değiller, dikkatliler ve kendileriyle çelişiyorlar. Cevaplanamayan yüzlerce soru var. Gelmiş geçmiş en bencil, eşitsiz ve acımasız sistemlerden kaynaklanan bu tipte yasalar sistemin daha çok basit mallar haline dönüştürdüğü insanlığın özgürlükleri ile karşılaştırılabilirmiş gibi, insanlığın özgürlüğü ve pazarların tamamen özgürleşmesi kavramlarının bir birlerinden ayrılamaz kavramlar olduklarını iddia etmek hipokrasiden başka bir şey değildir.

Eşitlik ve dostluk olmadan ki bunlar burjuva devriminin en kutsal sözcükleridir, hiç bir zaman özgürlük olamayacağını söylemek daha doğru olurdu. Eşitlik ve dostluk ise pazarın yasalarıyla tamamen karşıttır.

Yeryüzünde, çalışmaya zorlanan, fuhşa sürüklenen, organları alınan, yaşamak için uyuşturucu satmak zorunda kalan on milyonlarca çocuk; yüz milyonları bulan işsizler, kritik durumda olan yoksulluk, uyuşturucu, göçmen, insan organları trafiği, aynen geçmişin sömürge anlayışında ve günümüzde ortaya çıkardığı azgelişmişlikte ve dünyada var olan tüm sosyal çöküntüler bu yasalara dayanmaktadır. Pazarlar için verilen çabanın bu yüzyılın en büyük kasaplıkları olan iki dünya savaşına yol açtığını unutmak olanaksızdır.

Pazar prensiplerinin insanlığın tarihsel gelişiminin ayrılmaz parçası olduğu gerçeğini yadsıyamayız ancak, rasyonel düşünceye sahip herhangi bir kişinin insan türünün takip eden gelişiminin temelinin bu şekilde sosyal prensiplere dayandırılması düşüncesini ret etme hakkı vardır.

Pazara en fazla inananlar ve fanatik bir şekilde savunanlar onu bir din haline dönüştürdüler. Pazarın Teolojisi bu şekilde ortaya çıkarıldı. Akademisyenleri, bilim adamından çok, teologlardır; onlara göre bu bir inanç sorunudur. Yeryüzünde dürüst olarak milyonlarca insan tarafından inanılan gerçek dinlere ve gerçek teologlara saygı gereği, pazar teolojisinin ayrılıkçı, köktenci ve ruhani olmadığını eklememiz de gerekir.

Var olan dünya düzeni birçok başka neden den dolayı da sürdürülemez. Bir Biyoteknolog düzenin kendi kendini yok edecek genlere sahip olduğunu söyleyebilir.

Hükümetler ve uluslararası finansal kurumların kontrolünden kaçan yeni ve hiç umulmayan fenomenler ortaya çıkmaktadır. Artık, gerçek ekonomiyle ilgisi olmayan, yapay refah yaratmak gibi basit bir konu olmaktan çıkmıştır. Bugün yarın ciddi şekilde patlama noktasına gelecek olan ve akıl almaz boyutlara gelerek şişirilmeye devam eden dev bir balon gibi, ABD borsasında işlem gören hisse fiyatlarındaki artış nedeniyle son yıllarda ortaya çıkmış olan multi milyonerlerin durumu da böyledir. İşte 1929 yılında da bu olmuş ve 10 yıl sürecek olan derin bir depresyona girilmiştir.

Geçen yılın Ağustos ayında, dünya brüt ulusal üretiminin %2 sini üreten Rusya”da ortaya çıkan basit finans krizi New York Hisse Borsasının en önemli göstergesi olan Dow Jones Endüstriyel ortalamalarının bir günde 512 puan kaybetmesine neden olmuştur. Panik başlamış, Güneydoğu Asya ve Latin Amerika’daki gibi bir krize neden olacak kadar pazarı etkilemiş ve böylece de ABD ekonomisini ciddi olarak tehdit etmiştir. Yıkımı durdurabilmek verilen çabalar ancak yenilerde etkisini göstermiştir. Bu borsalarda el değiştiren hisselere ABD vatandaşlarının %50 sinin tasarruf ve emeklilik fonları da dâhildir. 1929 krizi sırasında bu rakam sadece %5 idi ve bu nedenle de birçok insan intihar etmişti.

Küreselleşmiş bir dünyada, herhangi bir yerde olan olaylar gezegenin bir başka yerinde hemen etkisini göstermektedir. En son yaşanan korku dikkate değer hacimdedir. ABD tarafından bir araya getirilen en zengin ülkelerin kaynakları bu yıkımı karşılamak ve duraklatmak için harekete geçirilmiştir. Böyle olmasına rağmen, Rusya’yı boşluğun kıyısında tutmak istiyor ve Brezilyadan gereksiz olarak sert şartlara uymasını talep ediyorlar. Uluslararası para Fonu köktenci prensiplerinden bir milim dahi ödün vermiyorlar. Dünya Bankası ayaklandı ve durumun vahametini teslim etti.





Herkes uluslararası bir finansal krizden bahsediyor; hala bu bilinci yakalayamamış olanlar sadece Amerika Birleşik Devletleri vatandaşları. Hiç bir zaman olmadığı kadar harcama yapıyorlar ve tasarrufları da sıfırın altında. Uluslararası iş yapan vatandaşlarının başka insanların paraları ile yatırım yapmaları onları ilgilendirmiyor. Ticari açıklarının gittikçe büyümesi ve şu anda 240 milyara çıkmış olması da onlar için bir önem arz etmiyor. Dünya kaynaklarının paralarını basan bir imparatorluğun parçası olmanın getirdiği ayrıcalıkların tadını çıkarıyorlar. Spekülatörler herhangi bir kriz anında toplu olarak Hazine Bonolarının güvencesine sığınıyorlar. Ulusal pazarın büyük olması ve daha fazla paranın harcanıyor olması nedeniyle ekonomi iyi durumda görünmektedir ancak dev kurumların karları azalmıştır. Devasa birleşmeler, sahte mutluluk; hisse fiyatları bir kez daha artıyor. Rus ruleti oynamaya geri döndüler. Her şey sonsuza kadar güz4el olacak Sistemin teologları felsefecinin temel çıkış noktasını keşfettiler. Rüyayı ortadan kaldıracak olan hayaletleri durdurabilmek için tüm giriş noktaları kontrol altına alınmış noktada. Artık çemberi dörtgen haline getirmek o kadar da zor değil. Hiç bir zaman bir kriz olmayacak. Ancak, oynanan spekülatif kumar sadece şişmeye devam eden balon mu? Hiç bir zaman olmadığı kadar olağanüstü ve kontrol edilemez boyutlara ulaşan bir başka fenomen ise kurlarla ilgili spekülatif operasyonlar. Günümüzde bu operasyonların günlük hacmi 1 trilyon dolardır. Bazıları 1,5 trilyon olduğunu iddia ediyor. Çok değil 14 yıl önce bu rakam yılda sadece 150 milyar dolardı. Rakamlarla ilgili bazı karışıklıklar olabilir. Bunu ifade etmek çok zor iken, İngilizceden İspanyolcaya tercüme etmek daha da zor. İspanyolcada 1 milyar dediğimizde, yani bir milyon tane milyon, Kuzey Amerika İngilizcesinde 1 trilyondur. Diğer taraftan, Kuzey Amerika İngilizcesinde bir milyar İspanyolcada bin tane milyondur. Şimdi de milyar diye bir kavram çıkardılar ki bu da hem İngilizcede hem İspanyolcada 1000 tane milyon anlamına geliyor. Bu lisan zorlukları var olan dünya ekonomik düzeninde spekülasyonun derecesini yansıtan akıl almaz rakamları takip etmek ve anlamanın zorluğunu açıkça ifade etmektedir. Dünya uluslarının ezici çoğunluğu sonu gelmeyen yıkım riskine rağmen bunu karşılamaktadır. En küçük bir dikkatsizlik spekülatörlerin bu ülkelerden herhangi birinde saldırıya geçip paranın değerini düşürmesine ve belki de on yıllardır biriktirilmiş olan nakit para rezervlerinin bir kaç gün gibi bir süre içerisinde eritilmesine yol açabilecektir. Dünya düzeni bunun için gereken koşulları yaratmıştır. Hiç kimse güvende değildir ve olmayacaktır. Sürüler halinde gelen ve bilgisayar programları ile yönlendirilen kurtlar ne zaman, nerede ve neden saldırılacağını bilmektedir.



DAYATMACI DÜNYA DÜZENİ KÖKTENCİLERİNİN TAPINAKLARINDA SÖYLENEMEYECEK OLAN KELİMELER VAR.

14 yıl öncesinde, bu spekülasyonlar 2000 kez daha az boyutta iken, ekonominin Nobelli şairlerinden birisi bu tipteki her bir spekülatif operasyona %1 vergi uygulanmasını öngörmüştü. Günümüzde bu %1 vergi ile elde edilecek olan gelirler üçüncü dünya ülkelerinin tamamının geliştirilmesine yeterli olabilir. Bu, zararlı spekülasyonların kurallara bağlanmasının ve dizginlenmesinin bir yolu olabilir. Ancak, Kurallara bağlamak mı? Bu, en temiz köktenci doktrinle bile çatışacaktır. Dayatmacı dünya düzeni köktencilerinin tapınaklarında söylenemeyecek olan kelimeler vardır. Örneğin; kurallara bağlamak, kamu girişimi, ekonomik gelişme programı, herhangi bir minimal devlet planlaması, ekonomik alana katılım ve etki, Bunların hepsi serbest pazar ve özel girişim cenneti ideal rüyasını rahatsız edecektir. İşçi pazarı da dâhil olmak üzere kurallardan arındırılmalıdır. "Avare" ve " bedavacılar" a destek vermemek için işsizlik ödenekleri en az düzeye indirgenmelidir. Emeklilik sistemi yeniden yapılandırılmalı ve özelleştirilmelidir. Devlet, düzenin korunması, protestoların bastırılması ve savaş gibi konuların halledilmesi amacıyla sadece polis ve asker kanat ile ilgilenmelidir. Devletim merkez bankası para politikalarına karışmasına dahi izin verilmez; bu, tamamen bağımsız olmalıdır. Günümüzde, "Ben devletim" diyen 14. Louis gerçekten tepki alırdı, çünkü " ve ben hiç bir şeyim" demek zorunda kalacaktı.

Kurlar üzerine yapılan korkutucu vurgunculuktan ayrı olarak, adına koruyucu fonlar ve yepyeni bir terim olan, .pazarları denilen işlemlerin inanılmaz büyümesinde artış görülmektedir. Bunları sizlere açıklamaya çalışmayacağım. Karmaşık bir konu. Çok zamanımızı alacaktır. Sadece bunun bir diğer spekülatif kumar sistemi olduğunu, oyuncuların her şeyi ve herhangi bir şeyi kumara basacakları, her şeyin bilgisayar programları, yüksek seviye programcıları ve ekonomik uzmanlar aracılığıyla planlandığı gelişmiş risk hesaplarına dayanan dev bir kumarhane olduğunu söylemekle yetineceğim. Güvence yokluğunu sömürüp bankaların tasarruf hesaplarında bulunan paraları kullanırlar. Hemen hiç bir kısıtlama uygulanamaz, devasa karlar edinebilir yıkımlara neden olabilirler.

Var olan ekonomik düzenin sürdürülebilir olmadığının kanıtı, yerküreyi dev bir kumarhaneye döndürmüş olup milyonlarca vatandaşı ve bazen de bir toplumun tamamını kumarbazlara döndüren, aslında ne üretim ne de dünya varlığının büyümesi değil de paradan para kazanma motifi ile hareket ettiklerine bakılırsa, para ve yatırımın işlevine tecavüz eden bu sistemin ne kadar korumasız ve zayıf olduğudur. Böyle bir şekilsizlik kaçınılmaz olarak dünya ekonomisini yıkıma götürecektir.

Yakın zamanlarda ABD de olan bir olay skandal ve büyük endişelere neden olmuştur. Temel noktalarını daha evvel açıkladığım koruyucu fonlardan bir tanesi, ABD de işleyen fonlardan en büyüklerinden birisi olup ekonomi alanında iki adet Nobel ödülü ile dünyanın en iyi bilgisayar programcılarına sahip ve yıllık karları %30 un üzerinde olan Long Term Capital Management (Uzun Dönem Sermaye Yönetimi), göründüğü kadarıyla sonu bilinmeyen etkilere sahip olabilecek şekilde iflas etmek durumuna gelmiştir.

Sahip olduğu önemi arkasına alıp programcıları ve ekonomi alanında Nobel ödüllü çalışanlarının kusursuzluğuna körü körüne inanan bu şirket 4,5 milyar dolar sermaye ile 75 ayrı bankadan 120 milyon dolara kadar varan bir miktarda parayı havadan organizasyonları için harekete geçirmiş; yani kendi sermayesinin her bir doları karşılığında 25 dolar tasarruf hesabı parası kullanmıştır. Bu işlem tüm sınırları ve sözde Finansal uygulamaları kırmıştır. Hesaplamalar ve programlar başarısızlığa uğramıştır. Kayıplar dikkate değecek düzeydedir ve iflas- ki bu yelpazede dramatik etkisi olan bir kelimedir- kaçınılmaz hale gelmiştir. Olay bir kaç gün içerisinde olup bitmiştir. ABD federal merkez bankası sistemi, o şirketin sorumsuz davranışı olarak adlandırılması nedeniyle, ABD nin ve neoliberal felsefenin tüm doktrinlerine aykırı bir şekilde yardıma koşmuştur. Yerleşik prensiplere göre, koruma fonunun iflas etmesi gerekirdi, pazarın yasaları uygun cezayı vererek işletilmiş olacak ve bu şirkete ders verilmiş olacaktı. Skandal patladı. Senato federal merkez Bankası Yönetim Kurulu başkanı Greenspan"ı ifade vermeye çağırdı. Wallstreet çıkışlı olan bu üst düzey memur ABD ekonomisinde en etkili ve uzman şahıslardan birisi olarak bilinir4. Var olan yönetimin ekonomik başarısının temel prensipleri bu şahsa atfedilmektedir ve faiz oranlarını ardı ardına üç kez düşürerek ABD deki hisse senedi piyasasını krizden çıkaran adam olarak finans ve basın çevresinden övgü görmenin tadını çıkarmaktadır. Başkandan sonra, ülkenin en ileri gelen şahsiyetidir. Evet, işte bu başarılı ve ünlü merkez Bankası Başkanı Senato"ya Koruyucu Fonun kurtarılmamış olması durumunda ABD ve tüm dünyanın ekonomik bir yıkım içine girebileceğini söylemiştir.

Yaptığı işlemler Maceracılık ve Sorumsuzluk olarak nitelendirilen ve sadece 4,5 milyar dolar varlığıyla ABD ve tüm dünyayı ekonomik bir yıkıma sürükleyecek olan bir şirket, yıkılmaz olarak nitelendirilen bir ekonomik düzeni, ABD ve dünya ekonomisini nasıl olur da bu kadar etkileyebilirmiş?

Herhangi bir sistemde böylesine boyutlara sahip bir zayıflık ve bağışıklık sistemlerinin çöküşü ortaya çıktığında, AIDS benzeri bir salgına yakalanıldığı tanısı koyulabilir.

Daha fazla tartışma açmak arzum yoktur. Dünya ekonomisinde birçok diğer problemler vardır. Var olan düzen enflasyon, durgunluk, para kısıtlaması, potansiyel aşırı üretim krizleri, temel ürünlerde sürekli düşüşler gibi hadiseler arasında takla atmaktadır. Suudi Arabistan gibi inanılmaz derecede zengin ülkeler şimdilerde, günde 8 milyon varil petrol ihraç ederek bile, bütçe ve ticaret açıkları vermektedirler. Olumlu büyüme tahminleri bile buharlaşmaktadır. Üçüncü Dünya ülkelerinin problemlerinin nasıl çözümleneceği konusunda hiç kimsenin uzaktan yakından bir fikri yoktur. Pazar arama, rekabet etme ve ihracat yapabilmek için ne gibi sermaye malları, teknoloji, dağıtım ağları, ihracat kredilerine sahiptirler? Ürünlerin tüketecek olanlar nerededir? Afrika kıtasında sağlık harcamaları için kaynak nereden bulunacaktır? Sadece bir tek AIDS salgınını kontrol altına alabilmek adına, şu andaki fiyatlarla, yılda 200 milyar doları nerede bulabilir 22 milyon HIV pozitif virüsü taşıyan insan? Hastalığı ortadan kaldıracak koruyucu bir aşı ya da bir ilaç bulunan kadar bunların kaç tanesi ölecektir?

ÇÖZÜMLERİN BİR EKONOMİK KRİZDE YATMAMASINI UMUYORUZ

Dünya, içerisinde bulunduğu gerçekliğe meydan okuyabilmek için bir liderliğe ihtiyaç duymaktadır. Yeryüzünde yaşayan insan sayısı 6 milyardır. Sadece 50 yıl içerisinde bu rakamın 9,5 milyara çıkacağı ortadadır. En yoksul ülkelerde yaşıyor olacak bu insanlar için gıda, sağlık giderleri, eğitim, iş, giysi, pabuç, evler, içme suyu, elektrik ve bu miktarda insanı taşıyacak araçlar sağlamak devasa bir iş olacaktır.

İlk olarak, tüketim standartları yeniden tanımlanmak gerekecek. İntihar etmek ve yapılması olası bir şey olmayacak olan endüstri toplumlarının harcamaya dayanan modelinin tat ve yöntemlerini yaymaya devam edemeyiz.

Dünyanın gelişimi programlanmak zorundadır. Bu görev uluslararası devlerin elinde kalmaya devam edemez ve pazarın kör ve kaotik yasalarına bırakılamaz. Çokça tecrübe ve bilgiye sahip olması nedeniyle, Birleşmiş Milletler bu görev için iyi bir temel teşkil etmektedir; onun daha demokratik olması ve Güvenlik Konseyinin diktatörlüğüne, konseyin kendi içerisindeki diktatörlüğe son verilmesi için çaba sarf etmeli veya en azından Üçüncü dünya ülkelerinin, hâlihazırdaki üyelerin kullandıkları önceliklere sahip, karar mekanizmasında söz hakkı olan daimi üyeler olarak hakkıyla temsil edilmelerinin sağlanması gerekir. Bunlara ek olarak, genel Kurulun işlev ve otoritesi genişletilmelidir.

Umarız çözüm ekonomik bir krizde yatmaz. Üçüncü dünya ülkelerindeki milyarlarca insan bundan etkilenecektir. T

Çevreyle ilgili gerçeklikler ve modern silahların yıkıcı gücü hakkında var olan temel bilgilerimiz, bizleri kaçınılmaz olan çıkar çatışmalarının kanlı savaşlara dönüşümünü engelleme görevini düşünmek zorunda bırakıyor.

Küresel ve boğucu tek bir üstün gücün varlığı, o dönemlerde iki kutuplu olan bir dünyada var olan kaynaklara dayanarak yapılan bizimkisi gibi bir devrimin bile, o zaman değil de günümüzde yapılmış olsaydı, yaşamını sürdürmesini zorlaştırmakta- hatta belki de olası kılmamaktadır-. Sahip olduğu destek nedeniyle, ülkemizin görünmez bir direniş kapasitesi geliştirmeye ve uluslararası arenada her forumda düşüncelerin devasa savaşını yürütebilmek için örnek olup ve kahramanlığını gözler önüne sermeye zaman kazanmıştı.

Halklar mücadeleye devam edecek, kitleler maruz bırakıldıkları yokluk ve acılara tepki olarak harekete geçerek bu mücadelelerde önemli ve kesin bir rol oynayacak ve binlerce yaratıcı baskılarla politik hareket ortaya çıkacaktır. Birçok hükümet ekonomik kriz ve yerleşik sistemin çözümsüzlüğü nedeniyle dengesizleşecektir.

Altında ezilmekte olduğumuz gerçekliklerin bilincine varış hızımızdan çok daha hızlı olayların yaşanmakta olduğu bir süreç içerisindeyiz. Yanlış bilgilendirilme ve kurumsal yalanlara karşı durabilecek olan yöntemleri kullanarak fikirler ekmeli ihanet, sofizm ve hipokrasiyi ortadan kaldırmalıyız. 40 yıldır kasırga gibi Küba’ya karşı yapılan karalamalardan edindiğimiz tecrübeler bizlere insanların içgüdülerine ve akıllarına güvenmemiz gerektiğini öğretti.

Avrupa ülkeleri değerlendirme ve akıl kullanarak neler elde edilebileceğinin güzel bir örneğini vermiştir. Yüzyıllardır bitmek bilmeyen savaşlardan sonra, refah içerisinde sanayileşmiş toplumlar olmalarına rağmen, diğer insanlardan kendilerini soyutlamanın olası olmadığını anlamışlardır. Dünya finans çevrelerinde saygın bir yeri olan Soros ve grubu, şimdilerde dolar ve ABD tarafından oynanmakta olan rolü oynayan ve bir zamanlar dev bir imparatorluğun başında olup, finans işlerinin tartışılmaz kraliçesi ve dünyanın nakit rezervlerinin eski yöneticisi Britanya’yı, spekülatif bir saldırı ile dizleri üstüne çökertmiştir.

Frank, Peseta ve Lira da bu spekülasyonun yarattığı zarardan nasiplerini almışlardır. Dolar ve Euro birbirinin hareketlerini adım adım takip etmektedir. Doların karşısında şimdilerde bir rakip adayı vardır. ABD yeni yaratılan paranın zorlanacağını ve başarısızlığa uğrayacağını iddia etmeye ısrarla devam etmektedir. Bizler de olayları yakından takip ediyoruz.

Acılar, belirsizlikler ve şüpheler bazılarının eklektik çözümler arayışına girmesine neden olmaktadır. Böyle olmasına rağmen, insanı insanlığından çıkaran, ahlaki ve sosyal açıdan savunulması olanaksız, çevreyle ilgili ve ekonomik açıdan sürdürülemez olan neoliberal küreselleşmeye alternatif olarak insanoğlunun kararlı ve üretken işgücü ile yaratmaya yetkin olduğu zenginliklerin eşit bir şekilde dağılımından başka başvuracakları çözüm yoktur. Kör, anarşist ve kaotik prensiplere dayandırılan, insanoğlunun geleceğini bilinmez bir kör karanlığa iteleyen bu sistemin zulümleri bir gün sona ermelidir. Doğa kurtarılmalıdır. Ulusal kimlikler kaybedilmemeli ve tüm ulusların kültürleri korunmalıdır. Eşitlik, dostluk ve onlarla beraber, gerçek özgürlük yaşatılmalıdır. Her ülke içinde ve ülkeler arsındaki zengin ve fakir arasındaki o ölçülemez uçurum büyümeye devam edemez. Tam aksine, bir gün yok olana kadar, sürekli olarak yok olmaya devam etmelidir. Farklılıklar hırsızlık, vurgunculuk ve zayıfların sömürülmesinin tam karşıtı olarak başarı, kapasite, yaratıcı duygular arasında belirlenmelidir. Hümanizm sadece hipokrasi örneği sloganlarla değil somut eylemlerle gerçekten yaşanmalıdır.

ÇAĞIMIZDA MÜCADELE KOŞULLARI SERT VE ZORDUR.

Sevgili Yurtseverler;

Ulusumuz anavatanı, Devrimi ve Sosyalizmin zaferlerini, aynen Camilo ve Che’nin savaşçılarını Sierra Maestra dağlarından Escambray'a götürdüğü gibi, bu kahramanlıklarla dolu muharebe sürecini devam ettirmekte, durdurulamaz bir şekilde hedeflerine doğru götürmektedir.

Mella nın da dediği gibi, gelecek her zaman daha iyi olmalıdır. Gelin 1999 yılı için belirlediğimiz hedeflerle bunu yeniden onaylayalım. Gelin hesaplaşalım ve gücümüzü artıralım, gelin düşmanın büyük taarruzunu yaptığı, bugün burada anlattığımız muharebeler ve olayların olduğu günlerde Ulvero da savaşmış olan yurtseverlerin duygularıyla çalışalım, direnelim ve kavgamızı sürdürelim. Alegria de Pio daki engelleri geride bıraktık, Cinco Palması geçtik, güçlerimizi topladık ve şimdi 10.000 kişiye karşı 300 kişinin kazandığı zafer gibi artık zafer kazanabilecek beceriye sahibiz; şimdi daha güçlü ve zaferden daha eminiz. (ALKIŞLAR)



Tüm yurtseverler ve özellikle de gençler, sizi temin ederim ki önümüzdeki 40 yıl dünya için çok önemli olacaktır. Önünüzde kesinlikle çok karmaşık ve zor görevler var. Sizleri yeni zaferler bekliyor; Küba devrimcisi olma onuru bunu gerektirmektedir. Ulusumuz ve insanlık için mücadeleye devam edeceğiz. Ve sesimizi duyurabiliriz, her yere duyuracağız.



Günümüzde mücadele zor ve serttir. Aynen silahlı muharebelerde olduğu gibi, ideolojik alanda da yara almış olanlar vardır. Herkesin bu zor koşullara ve zor zamanlara dayanma gücü ya da cesareti yoktur.



Bugün düşündüm; savaşın ortasında, bombalamalar ve sayısız yokluklar arasında, okula giren genç gönüllülerden sadece onda birisi bunlara dayanabiliyordu; ancak bu bir kişi on, yüz, bin kişiye bedeldi. Bilincin güçlendirilmesi, karakter oluşumu, çağımızın zor koşulları altında gençlerimizin eğitilmesi, sağlam tohumlar atılması, doğruluğu tartışılamaz tartışmalar kullanarak, yaşayan örnekler olarak ve en önemlisi de insanoğlunun onuruna güvenerek her on kişiden dokuzunun muharebe yerinde, bayrağının, Devrimin ve anavatanın yanında olmasını kesinleştirebiliriz.



SOSYALİZM YA DA ÖLÜM...

Patria o muerte...

Zafer Bizimdir.





(AYAKTA ALKIŞLAR)





ÇEVİRİ: DOĞAN ŞAHİN

No comments:

Post a Comment

Thank You...Teşekkürler