Total Pageviews

Wednesday 10 March 2010

BİR SYDNEY GÖÇMEN KASABASININ DİYALEKTİĞİ

(9/11 SONRASI AVUSTRALYA TNW GAZETESİNDE BASILAN YAZI)

Üzerimize ölü toprağı serildi sanki. Yıkılmaz yaralanamaz denilen bir dev imparatorluk kendini tüketmeye başladı. Her imparatorluğun çöktüğü gerçeğinden yola çıkarak; tarihin dönüm noktasındayız. Tarafımızı açıklamak zorunda hissediyoruz birçoğumuz; sosyal varlıklar olduğumuz için.

Birileri beynimizi tokatladı.

Bunun farklı insanlarda farklı etkileri oldu.

Benim asıl konum, Avustralya’da kimi Türkçe konuşan “elit aydınlar”, ise ne yapacaklarını şaşırdılar.

Başlangıçta söyleyeyim, bu yazının hedefi insanın onuru değil, bahis konusu insanların yakın geçmişimizde düşünce dünyamızda bıraktıkları çamurlu ayak izleridir. Bu nedenle aşağıdaki hayali öyküyü beğeninize sunuyorum:


BİR KASABANIN DİYALEKTİĞİ

Haberin ağababası ortaya çıktığında, aslında hiç bir şeyin kendi sığ beyinlerinde olduğu gibi gitmediğinin şokuna girmişlerdi. Fanus kırılmış ve onların yaşamlarının bu noktasına değin ne kadar boş ve tükenmiş ruhlarla yaşadıklarını kendilerinin bile gördüklerini herkes fark etmişti.

Çeşitli baskılarla halkını yıldırmış bir ülke topraklarından çalabildikleri kadar çalıp tüymüşler ve gelip buralara, bir çoğumuz için geleceğin ta kendisi olan ve yeni inşa etmekte olduğumuz, Avustralya’ya yerleşmişlerdi.

Burada rahat dursalar ne iyi. Kendileri gibilerinin onlarca yıldır ekonomik ve ruhsal açıdan tükettikleri ve son çare göç eden kırsal halkını “köylü” görüp onların yoğun yaşadığı Auburn’u bir kasabaya ,içinde yaşayanları kasaba eşrafına benzettiler.

Kendileri şehirliydi ve bu köylüler yazıdan falan anlamazdı. Kolayca şartlandırılabilirlerdi.

Doğrudur. Şehirlerde yaşamak zordur. Şehirler hurufat üzerine kuruludur. Sistemi yönetenler ve hurufattan anlayanlar ortak yönetirler köylüleri.

Okumuş olanlar biraz daha fazla pay alır şehirleri yönetenlerden.

Kültürü aşağılanmış halk, kısa süre sonra, yıllardır köylerinde görüp başa çıkamadıkları “süne zararlısına “ benzetti bunları.

Ben çıkan her gazeteyi, reklamlarına kadar okuyan, iyi bir okuyucuydum. Emeğe saygısı olmadığını düşündüğüm bir gazete, son bir kaç aydır varlığıyla rekabetçi toplumumuzda en iyilere doğru devinim başlatan bir yeni gazeteye karşı sürdürdüğü yıpratma taktiklerini geçen hafta açık saldırıya dönüştürmüş, polemiklerden çıkar ummaya başlamış, asıl yapılanın gazetecilik olmadığını nihayet kusmuştu. Bitiyordu.

Bunların bizim inşa etmeğe çalıştığımız Avustralyaya bağlılıkları yoktu. Tek bağlılıkları güç ve makamdı. Bu iki şey ise ancak hurufat öğretilmemiş olan halk kullanılabilirse ele geçerdi.

Bakıyoruz şimdi mutfaklarına ve asıl öyküye;

Mesleksiz madrabaz adam son bir kaç yıldır yine kendisine benzeyen zihniyetlerle çeşitli işlere girmiş, tutturamamış. Hepsinden ayrı ayrı kartvizitleri hala ortalarda. Sonra bu adam gazete işine girmiş. Eh ağzı laf da yapar, hurufattan da anlar, İngilizce bilmezmiş olsun. Zaten buralarda Türkçe konuşulurmuş. Kurulmuş Auburn kasabasına. Bir süre sonra kasaba halkının Türkçe okuma ihtiyacını giderecek gazetelerin aslında kendi çıkarına kullanılabileceğini uyanmış ve başlamış “gönüllü” hevesli hurufatçılar aramaya. Yazan, çizen adam platform arar ya, bir sürü insan atlamış. Onun kafasında tek bir hedef ;

“pastayı ham yapmak”. Diğer gazeteleri batıracağını, oralarda yazanların ne kadar “ yaramaz” olduklarını hamam üslubuyla anlatmış durmuş. Bizim yarı aydınlar ise kendi isimlerini basılı görecekleri bir yer olsun, başka bir şey istemezlermiş. Bu gazetede ‘de-da’ ekleri ve ‘mi-mu” soru ekleri hiç mi hiç doğru kullanılmazmış.

Şimdi ben bu gazetede yazan yazarların yazdıkları ve söyledikleri şeyleri alt alta koyup bir toplama yaptım , sonucu siz bulun:

-“Bu editör varya çok menfaatçi, kendi işini yaptırmak için herkesi kullanır”

Benim paşa dedem sizinkini döver.....Benim babam var ya...

-Banane abi benim yazılarımı makaslamıyor ya gerisi beni ilgilendirmez”

“Ben yazdığım gazeteyi de diğer Türkçe gazeteleri de okumuyorum ki” diyen tescilli, kalemine inandığım yazar.

-Tahiti akşamlarında uzun bacaklı kızların kalça kıvırışlarını seyretmek çok hoş” Mandacı, batı taklitçisi, kendini kaybetmiş.

- “En iyi derneği ben kurmuştum” ansiklopedik bilgileri yazarı, araştırmacı.

- “Biz İzmir kordon boyunda ABD işgalcileriyle kavga etmişiz”part time kültür uzmanı .( bizzat editör tarafından anılan sıfatıyla –dönerci yazar-)

- Benim abim çok tanınırdı. Ben de gazetecilerle omuz sürttüm...Name dropper Editör(baş)

- “Ben de çeviri yaparım ki” deyip isminin altına çevirmen, yardımcı editör yazan aslında Dizgici.

- “Atomun faydaları, bilimin gereği” çöpçatan bir bilinmeyenli denklem.

- Beni aslında NTV den istediler ama bilmem belki kalırım Avustralyada....?

- Ben onurlu ve tanınan gazeteciyim...bu gazetede hem haber müdürüyüm.. iyiyim be..

Her hıyarım var diyene tuz yetiştiren bu laf ebesi işi cılk etmeye başladı. Bir Cafere ihtiyaç olduğu kesin. Sizler, zavallı ülkemizde bulunan benzer refikleriniz, gibi profesyonellikten zerre kadar hoşlanmayan “her işi yaparım abi” türünden zihniyetle, “Kültür” denilen canlı varlıkta devamlı irinleşen yaralar açmaktasınız. Biliniz ki, tercih ederek geldiğimiz bu ülkede de aynı iğrençlikleri yapmanızı her zaman için engelleyecek birileri çıkar...çıkmaktadır...sizlerin inadına hepimiz birer “ofis”,”muhabir”,”gazeteci”,” yazarız”.

Ama sizler, “Avustralya köy gibi ayol, biz ABD ye gitmeliydik” zihniyetindekiler, statükonun değişmesinden hoşlanmayanlar, biz eminiz ki uygun ortam bulduğunuzda ABD ye tüyeceksiniz.

Çeşitli kitaplardan satırlar çalarak yazılar yazarken, şimdi kendinizi kendi cümlelerinizle yazmanız zorunluluğu doğdu çünkü. “

SON


Yeni çıkmaya başlayan TNW bahis konusu “gazete”yi ve yazarlarını bomba yemişe döndürmüş , bir deyişle “mermi manyağı” yapmıştır. Tam da ”yerleştik, biz bu köyün ağasıyız” diye düşünürlerken haberin bomba gibi düştüğü bu günlerde -Ak göt kara göt geçitte belli olur misali- tıkanmışlar, kaçınılmaz tükeniş sürecine balıklama girmişlerdir.

Efendiler, artık bırakın insanlara “sen neden kendini anlatıyorsun” diyerek onları engellemeye çalışmayı, düşünceyi tekelinize alma çabalarını. Artık sizin o paraları hamlayıp tüydüğünüz ülkenizde bile bir şeyler değişiyor.

Son olarak; liderlik, insan doğasının gerçek yapısına doğru istenilen değişimi temsil edebilmek ve istenilen tipte insanlığın değişim belirtilerini kendi yaşam ve davranışlarıyla geleceğin insanına taşıyabilmektir.

Bir şiir atfediyorum onlara :



Eşek sıpası için altın yemlik de yapsan

Hem de Kisra’nın sarayının ortasında yapsan

Eflatun da öğretmen olsa onun için

Ve İbni Sina da saki olsa onun için

Abıhayat çeşmesinden de su versen ona

Ve yem yerine badem,hurma da versen ona

İnanma ki hüner sahibi olacak o

Yine babası gibi eşek olacak o

Çıkaracağın zaman onu saraydan

Anırmaktan başka hüner gelmez ondan

HANİ’Lİ SALİH BEY-1908

No comments:

Post a Comment

Thank You...Teşekkürler